15 yıllık eğitim hayatım boyunca derslerime girmiş öğretmenlerimin birçoğunun sesleri kulaklarımda. Sükunetleri, kızgınlıkları, ders anlatırken ses tonlarındaki değişimler, hatta değişmeyenler, disiplin yöntemleri, olağanüstü durumlardaki tepkileri, sınıfa giriş cümleleri...

Geriye dönüp baktığımda en çok etkisinde kaldığım öğretmenler, sesinin tonuyla, duruşuyla, müfredat dışında verdiği bilgilerle konuya hakimiyetini gösterebilenlerdi.

Bir konuyu bilmek başka, öğretebilmek başka bir şeydir.  Bazen ne kadar iyi bilirseniz bilin, bilgiyi karşı tarafa aktarabilmek mümkün olmuyor. İşte gerçek bir öğretmen kendini burada gösteriyor. Bazen bir espriyle, bazen uygulamayla, bazen farklı örneklerle, bazen meydan okuyarak, bazen öğrencilerin kendi kendine araştırıp öğrenmelerini teşvik ederek. 

Sınıfa hakimiyet kurmak ise bambaşka bir konu. Bire bir olarak hızlıca öğretilebilecek bir konuyu en iyi ihtimalle 25 kişilik, birbirinden çok farklı özelliklere sahip öğrencilerin bulunduğu bir sınıfta anlatmak, onların dikkatlerini uzun süre toplayabilmek sabır ve yetenek gerektiriyor.

İlkokulda iki öğretmenim oldu. Dürüstçe söylemek gerekirse biriyle ilgili hiçbir hatıram yok, diğerinin ise ses tonu, dik duruşu, şefkati ve otoritesi, onun dünyanın en bilgili insanı olduğuna inanmamı sağlamıştı.

Ortaokula başladığımızda ilk İngilizce dersinde öğretmenimiz bize birkaç kelime yazdırmıştı ezberlememiz için. Birine de ‘’bu çok zor bir kelime, bunu hemen unutursunuz ama yazın yine de demişti’’ meydan okuma... ‘

’handkerchief’’ ti, kelime anlamı mendil. 33 yıldır unutmadım.

Türkçe öğretmenimiz her hafta bir ders saatini Pinokyo’nun kısaltılmamış orijinal çevirisini okumaya ayırmıştı. İple çekerdik.

Öğretmenliğe başladığı ilk yılında dersimize girmiş bir müzik öğretmenimiz vardı; sınıfa ekipman getirip ‘’Son Mohikan’’ film müziklerini yüksek sesle dinletmişti, gözlerimiz kapalı olarak. Ne istese yapardık. İstiklal Marşı’nı en güzel söyleyen okul bizimkiydi.

Tarih öğretmenimiz harika ses tonuyla öyle bir anlatırdı ki dersi, Cumhuriyet’in kuruluşuna bizzat katkıda bulunmuş hissederdik. Dersi dinlememek mahcubiyet yaratırdı.

Ama yıllarca matematikten hiç anlamadığımı sandım. Üniversiteye hazırlanırken dersimize giren matematik öğretmeninin dersini dinleyinceye kadar, matematik benim ıstırabım oldu. Oysa sadece önceki öğretmenimizin anlattığını anlayamıyormuşum.

Öğretmen alımlarında mülakat gerekli mi?

Evet gerekli.

Ya eğitim fakülteleri, mezunlarına ders anlatma, sınıfa hâkim olma, telaffuz, dersi ilginç hale getirme konularında yetkinliğini ölçecek şekilde revize edilecek ve eğitim fakültesi dışındaki mezunların öğretmenliği engellenecek ya da sonrasında bazı değerlendirmeler yapılacak.

Burada asıl mesele bu değerlendirme ölçeklerinin ne derece objektif, ne derece yeterli olduğudur. Nasıl asker, polis olabilmek için belirli şartlar gözetiliyorsa, nasıl her tıp fakültesi mezunu cerrah olamıyorsa, herkes öğretmen olmamalı. Askeri de, polisi de, cerrahı da yetiştiren değerli öğretmenlerimizdir.