Adana civarında oynanan bir oyun varmış: Tavla maçı.

 

20 çift önlerinde tavlaları ile karşılıklı geçip oturuyor, içlerinden sadece bir çiftin tavlasında zar bulunuyor. Kalan 19 çift, onların attığı zara göre oyununu oynuyor. Aynı koşullarda, aynı şans faktörüyle tavlaya başlayan oyuncuların tahtaları birkaç zardan sonra tamamen farklı hale gelirken, oyunun sonunda kazanan taraflar da alınan sonuçlar da bambaşka oluyor.

Tavladan da hayat dersi çıkar mı?

Buyurunuz size tavladan hayat dersi.

Ortak bir başlangıç çizgisinde yarışa başlayan 40 kişi, şans değişkeninin de ortak olmasına rağmen, yaptıkları seçimlere bağlı olarak bambaşka sonuçlar elde edebiliyor. Seyircilerin ve diğer oyuncuların tanıklığında gerçekleşen oyunun sonunda da sanırım kimse ‘şansım yok!’ Bahanesi kullanmıyordur.

Her birimiz, hayat yolculuğuna başlarken olumlu ya da olumsuz birtakım faktörlere sahip oluruz. İçine doğduğumuz ailenin sevgisi, istenir olmamız, maddi durumları, eğitim seviyeleri, kardeşlerimizin sayısı, ailemizin mensup olduğu din, yaşadığı ülke, şehir ya da şehrin belli bir mahallesi. Bizi birlikte yarışa başladığımız insanlardan belli miktarlarda avantajlı ya da dezavantajlı duruma sokabilir.

Bugün temizliğin önemi anlatılarak büyütülmüş bir Katolik Hristiyan, Hindistan’ın Racastan eyaletinde doğup büyüseydi, Karni Mata tapınağında kutsal farelerle aynı tabaktan süt içebilmek için yarışıyor olacaktı belki de. Ama şartlar bu derece farklı olmadığında, şans faktörü tamamen devre dışı bırakıldığında da Racastanlı bir Hindu 35 yaşına geldiğinde, kutsal fare tapınağında bir rahip, bir kamyon şoförü, bir öğretmen, aile babası, işçi, mühendis ya da yazar olmuş olabilir. Racastan da aynı koşullarda dünyaya gelmiş ama bu farklı seçimleri yapmış yüzlerce insan vardır.

Aynı şekilde Katolik Almanya’da aynı koşullarda doğmuş 35 yaşına gelmiş evsizler, akademisyenler, müzisyenler, tesisatçılar, terziler bulunabilir. 2. dünya savaşının müsebbibi, yüz binlerin katili olarak anılan Hitler, babasına yeterince karşı koyabilseydi, resim yapma tutkusuna sahip çıksa, asker ve politikacı olmasaydı, belki de bugün adı sadece sanat camiasında ve saygıyla anılacaktı.

Günümüzde bilimin geldiği nokta doğuştan sahip olduğumuz genlerin değişmeyeceği yönünde hemfikir. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar, biyolojinin epigenetik adı verilen bir dala ayrılmasına neden oldu. Aynı gene sahip olan tek yumurta ikizlerinde bile farklı hastalıkların farklı ruh hallerinin ve ilgi alanlarının görülmesine sebep olan da bu. Epigenetik değişiklikler bir genin aktivasyonuna ya da sessizleşmesine neden olurlar. Yani bütün ailesini kalp hastalıklarından kaybetmiş ve kendisi de kalp hastalıklarında belirleyici olan genetik dizilime sahip bir kişi, yaptığı seçimler, değiştirdiği hayat tarzı ile bu hastalığa sahip olmayabilir. Tamamen kadere bağlanan doğuştan gelen genetik faktörler üzerinde bile seçimlerimiz sayesinde etkimiz varsa, kendi hayatımızda seçimlerimizle ne derece etkiliyiz siz düşünün.

Evet, hayata başlarken elimizde bir sepet malzeme oluyor. Seçim yapabilecek yaşa geldiğimizde sepetimizdeki malzemelerle ne yapacağımıza kendimiz karar veriyoruz. Konuşmayı seçtiğimiz insanlar, ağzımızdan çıkmasına izin verdiğimiz kelimeler, gittiğimiz yollar, okuduğumuz ve okumadığımız kitaplar, izlediğimiz filmler, seçtiğimiz meslekler, gördüğümüz yerler bizi biz yapıyor.

Prof. Dr. Acar Baltaş’ın dediği gibi, enerjimizi nereye koyuyorsak hayat orada gelişiyor.