Büyük depremin üzerinden neredeyse 2 yıl geçti.

 

Depremin ilk zamanlarında canlı yayınlarda izlediğimiz kurtarma çalışmaları, başta ana ve ara haber bültenleri olmak üzere hemen her programda karşımıza çıkan aile dramları, birlikte döktüğümüz gözyaşları dindi, yerini acı bir yaşanmışlık hissine bıraktı. İlk günlerde gerek evimizdekileri pay ederek gerek yeniden alışveriş yaparak yürüttüğümüz yardım çalışmaları, bugün gerekeni yapmış olmanın huzurunu yaşattı. Oysa orada hala yardıma ihtiyaç var. Hepimizin rasyonel yanı hemfikir; böyle büyük bir felakette dünyanın en güçlü devleti bile bocalar, yardıma ihtiyaç duyardı. Ancak felaketin üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra artık devlet daha organize olmuş, gerekli adımları atmış, kaynakları yönlendirmiş, yaraları sarmış olmalıydı. Sonuçta sadece bu felaket türü için yıllar boyu ödediğimiz vergiler de vardı.

Elbette öyle olmadı.

Yine de yardım konusunda geride durmak, boğulan birini görüp, yüzme de biliyorken onu kurtarmak benim değil cankurtaranın işi demek gibidir. Ya cankurtaran yoksa ya varsa da yetişemiyorsa ve hatta var, yetişiyor yine de yapmıyorsa? Cankurtaranla inatlaşmak uğruna birinin boğulmasına göz yummak mı gerekir?

Biz büyük bir deprem yaşamış olan Yalova halkı biliriz ki yaraları sarmak öyle 2 yılda olacak iş değildir. Hızla geçen kamyon sesinden ürpermemek, yeniden bir alışveriş için zemin katlara girebilmek, baş ucumuza kaçarken giymek için kıyafet bulundurmadan uyumak, bir zamanlar tanıdığımız insanların yaşadığı evlerin bıraktığı boşluklara bakmak 2 yılda sarılacak yaralar değildir. Biz biliriz evi yıkılanlar olarak önce çadırda sonra konteyner evlerde, ailenden geri kalanlarla tek göz içinde yaşamanın ne demek olduğunu. Biz biliriz o konteyner evlerimizin pencerelerine sardunyalar ekmeyi, 1 metrekarelik daha yere sahip olabilmek için tahta parçalarından çıkmalar yapmayı.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre, 11 ili kapsayan 120 bin kilometre karelik alanda etkili olan depremde 53 bin 537 kişi hayatını kaybetti, 107 bin 213 kişi yaralandı. Deprem 14 milyondan fazla kişiyi etkiledi. Yaralı olanlar iyileşti, bazıları eksik uzuvlarıyla, bazıları eksik aileleri ile hayata tutunmaya çalıştı.

Çok sevdiğim hem çocuk hem yetişkin kitapları dahiyane olan yazar Şermin Yaşar, sosyal medya hesabından, deprem sonrası Hatay’da çektiği bir fotoğrafın altında sormuş depremzedelere:

Nasılsınız?

Neye ihtiyacınız var?

Cevap verenlerin çoğu öğretmenler. Kimi demiş ki ‘nasıl olduğumuzun sorulmasına ihtiyacımız var’ kimi kitaba, kimi çocukların mont ve bota ihtiyacı var demiş. Biri demiş ki çocukların en çok sınıfta zıplayarak oynamaya ihtiyacı var. Üst katta zıplayan olunca, alt kattaki çocuklar deprem oluyor diye korkup ağlamaya başlıyor.

Sessiz sedasız bir yardım kampanyası başlattı Şermin Yaşar adı ‘Gocuk Aranıyor’.  Depremzede çocuklara gönderilmek üzere, mont, bot ve kitap toplanıyor.

Eee biz zaten zamanında bunlardan alıp yollamıştık diyenlere de ‘sizin çocuğunuzun 2 yıl önce giydiği kıyafetler, ayakkabılar bugün oluyor mu üstlerine?’ diye soruyor. Aklına fikrine, emeğine sağlık.

 20 Aralık tarihine kadar Şermin Yaşar’ın kurucusu olduğu Ankara’daki Anne Müzesine, yeni olmak kaydıyla her bedenden montlar ve her numaradan kışlık botlar ve kitaplar ulaştırabilirsiniz.

Biz çok iyi biliriz çünkü depremzede olmanın ne demek olduğunu.