Hastalıkları bedensel ve ruhsal diye ikiye ayırırlar. Bedensel hastalıklar, insanın vücuduyla alakalı iken, ruhsal hastalıklar psikoloji ve ruhumuzla ilgilidir. Bu hastalıkların da çoğu defa insan farkında olmaz. Kendisinde bir rahatsızlığın olmadığını sanır ve tedavi konusunda da direnir daima.

Günümüzde dünyanın durumuna bakmaya gerek yok, ülkemize ve kendimize baksak bu hastalığın türevlerini mutlaka göreceğiz. Bundan yirmi, elli, yüz yıl geriye gidip bir kıyaslama yapalım. Eskiye gittikçe toplumumuzda açlık, yokluk sefalet vardı. Bir yatakta tersli düzlü dört, sıkışınca da altı kişi yatardı. Bir sofrada kocaman bir tastan on kişi birden yerdi. Bir elbise kardeşler arasında dönüşümlü giyilirdi. Ayakkabı zaten yoktu, olanlar da tamir ve yamadan bir hal olurdu. Çocuklar oyuncaklarını kendileri taştan ve odundan yaparlardı. Telefon ve iletişim araçları yoktu. Sinema, tiyatro, TV gibi imkanlar olmazdı, radyosu olan zengin ve görgülüydü. Eşya ve yükler hayvan veya insan gücüyle taşınırdı. Çiftçilik de böyle idi.

Ama bütün bunlara rağmen, insanımız bu yokluklar arasında mutlu olmayı başarıyordu. Eğlenceliydi, insani ilişkiler süperdi. Birinin derdi herkesindi. Elinde ekmek varsa böler, önce yanındakilere ikram eder, kalırsa kendisi yerdi. Başkasını imrendirmemek elindeki yiyecek az ise, için yediği şeyi gizlice yerdi.

Şimdi üç arkadaş bir araya gelse muhabbet konularını bir dinleseniz, güler miyiz ağlar mıyız bilmiyorum. Kimi evindeki eşyasını değişemediğinden, kimi moda da yeni çıkan elbise ve ayakkabıları alamadığından, kimisi arabasını değişemediğinden, kimisi yirmi yıldır oturduğu evi büyütemediğinden, villaya geçemediğinden, kimisi şirketini, işletmesini ülke çapına yayamadığından, kimileri bunca zenginliğe rağmen yeni bir kadınla evlenemediğinden vs. şikayet konularının bitmeyen bir hikaye niteliğinde olduğunu görürüz. Şükür kelimesi literatürümüzden çıkmış adeta.

Bir gün üniversite hocalarından birini öğrencileri ziyarete gitmiş, sohbet esnasında öğrencilerin muhabbet konusu, bu yukarıda zikrettiğimiz tarzda şikayetlerle devam ederken, hoca mutfakta öğrencilere birer kahve yapar. Evindeki takımları bozulmuş çeşitli renk ve ebatlardaki kahve fincanlarına, çay bardaklarına kahveyi döker ve getirir. Öğrencilerin atik olanları, en güzel fincanları seçer ve alırlar. Hoca öğrencileri izler. Sonraya kalanlar da kalan fincanlara razı olurlar.

Hoca bu durumu izledikten sonra, öğrencilerine şu dersi verir. Gelen fincanların en güzellerine koştunuz, ama hepinize yetmedi, yetişemeyenler kalanlara razı oldu. Hayat böyledir. Hızlı olan, erken gören, kime nasipse onlar hayatta bazı imkanlara diğerlerinden önce sahip olabilir. Ama hayat mutlu olmasını bilen herkesi mutlu eder. Kahvelerin hepsinin tadı aynıdır. Fincanların bazısı süslü ve güzel, bazısı ise derme çatma. Ama kahvenin tadında bir değişiklik yoktur. Siz kötü fincanla lezzetli kahve içebileceğiniz gibi, fincana takılıp elinizdeki lezzetli kahveyi zehire de dönüştürebilirsiniz der.

İşte günümüzdeki doyumsuzluklar tıpkı bu şekilde izah edilebilir. Her şey var, imkanlar sonsuz, ama hayattan zevk alamayan hasta tiplerin de haddi hesabı yok. Bunca nimetle hayatın tadını çıkaramayan sadece hasta ruhlu olmakla izah edilebilir. Maddeyi amaç edinen, kahve fincanına takılıp kahvenin lezzetini alamayan ruhla aynı ruhu taşır. Fincan bir araçtır aslında. Dünyadaki her nimet ve imkan bizim hayatımızın kalitesini artırması gerekirken, bizim mutsuzluğumuzu ve ruhumuzu kemirmektedir. Kapitalizmin reklam furyasına kapılan her fert bu hasta ruhu taşımak zorundadır.

Bizim elimizdeki her imkan bizi mutlu etmeye yetmelidir. Ama daha iyisine ulaşmak için gayret etmek de insanın elbette hedefi olmalıdır. Ama en zirveye ulaşamadım diye, kendini helak etmek de bir kölelik şeklidir. Kendi ruhunu tutsak edip, bunca nimet içinde bıkkın, ağlayan, doymayan, huzursuz, şikayetçi, ağlayan, barışık duramayan, kavgacı bir ruh kendi tercihimizdir. Dünyanın en geri kalmış ülkelerinde bile insanlar mutlu yaşayabiliyorsa, mutluluk nimetlerin ve imkanların çokluğuyla olmadığının açık ifadesidir.

Kalın sağlıcakla.