Adalet ne demektir acaba?

Son zamanlarda ‘’adalet, özgürlük” gibi kavramlar çok dile getirilmekte ve ülkemizde büyük adaletsizliklerin olduğu vurgulanmaktadır. Ben önce adaletin tanımına bakmamızın yararlı olacağını düşünüyorum. “Davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit kılmak”, “Her şeyi yerli yerinde bulundurmak” diye de tarif edilen adalet, ayet ve hadislerde, “düzen, denge, denklik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yol izleme, takvaya yönelme, tarafsızlık” gibi anlamlarda kullanılır.

K. Kerimde adaletten yoksun kişi dilsiz, aciz ve bir işe yaramayan köleye benzetilir. (Nahl-16 / 76) ADİL: kelimesinin L’si kalkarsa, ADİ olur.

Kuran’da 16 / 90. “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Bu ayeti mealiyle beraber her Cuma hutbesinde dinleriz. Burada verilen mesajlar toplumu ayakta tutan unsurların en önemlileridir.

Adalet gerçekten toplumun kokuşmaması, müreffeh olması, barış içinde olmasının temel ilkesidir. Özellikle Müslümanlar için çok daha derin bir anlam ve uygulama isteyen bir konudur. Peki hepimizin ağızından düşürmediği adalete nereden başlamak gerekir. Kim adaleti uygulayacak ve nasıl uygulayacak?.

İslam dini ilk önce peygamberle dava olarak yer yüzüne iner. Onu eşi, yakınları, dostları ve çevresine daha sonra daha dışarılara anlatarak yayılan, alttan gelen bir sistemle yayılır. Adalet de bu dinin bir hükmüdür. Dolayısıyla adalet de tabandan, fertlerin uygulamasıyla örnek olunarak yayılır. Tepeden emirle yayılamaz. Kanunla başarılamaz. Eğer böyle olsaydı her Cuma Müslümanlara hatırlatılan adalet, Müslümanlar arasında şaşmayan bir ibre olurdu.

O zaman ne yapmalı?

Adaleti isteyen önce kendi şahsından başlamalıdır. Ben kendi ruhuma ve bedenime karşı adil miyim?

Ruhumun ve bedenimin bendeki haklarını, Rabbime karşı sorumluluklarımı yapıyor muyum? Sorusuyla bismillah demelidir. Kendi ruh ve beden adaletini sağlayamayan aciz insanın adalet bağırtılarına kimse kanmaz. Sonra aile içinde adil olunmalıdır. Kendi eşi, çocukları ve hanesinde yaşayan, kedi, köpek, kuş gibi canlıların tamamına karşı adil olmalı. Eşinin haklarına riayet ediyor mu?

Çocuklarına gereken eğitim, ahlak, geleceğe yetiştirme, iaşelerini temin etme, israftan ve ahlaksızlıktan koruma gibi görevlerinin tamamından ne kadarını yerine getirip adil olmaktayız?

Bu adalette beni insanlar ve Allah CC. sınava çekse kaç puan alırım diye bir soru kendimize sorduğumuzda, puanımız ne çıkar acaba?

Burada da sınıfta kalıyorsak, bizim adalet naralarımız başkalarını aldatmaya yönelik bir sahtekarlıktır. Asla bu tiplere inanamayız. Çünkü adaleti en yakın çevresi, göz bebeği olan ailesinden esirgeyen insan topluma adalet dağıtır mı?

Bir sonraki merhale, yakın akraba ve komşularımız, mahallemizdir. Biz mahallemizde nasıl tanınıyoruz. Mahalle, akraba ve komşularımıza karşı görevlerimizi ne ölçüde yerine getiriyoruz. Onların sorunları bizim sorunlarımız mı?

Onların dertlerine eşit oranda koşuyor muyuz?

Elimizden gelen destekleri oluyor muyuz?

Bu yakın çevremizdeki insan, hayvan, bitki, doğal kaynaklara karşı adalet duygumuzu nasıl yansıtıyoruz?

Kavga yapan iki kişiyi gördüğümüzde kaçıyor muyuz, yoksa bunların sorunlarını nasıl çözerim, benim yapabileceğim bir iş var mı diye koşuyor muyuz?

İşi olmayan, aşı olmayan, değişik sorunlar yaşayanlara ne derece duyarlıyım. Çevremin temizliği, düzeni, hayvanların bakımı, eğitimi, komşu ve akrabalarımı bu alanda yönlendirmelerim var mı?

Burada adalet, bir şeyi yerli yerine koymak, doğru hüküm ve paylaşma ise bu görevimi ne kadar yapıyorum sorusuyla da kendimizi test ettikten sonra bu aşamayı da aşabilmiş isek ne ala. Yoksa biz adaletten bahsediyorsak sahte bir insan veya Müslümanız.

Bir sonraki aşama, mahallemizde, şehrimizde, ülkemizdeki sorumluluklarımız, daha sonra da dünyadaki sorumluluklarımızı ne ölçüde yerine getirdiğimize bakmamız lazım.

Sanatımı, ticaretimi, uğraştığım her işi yerli yerinde, adil, paylaşarak, Allah’ın isteğine göre yerine getiriyor muyum?

Bu adalet diye ağızımda düşürmediğim kelimeyi ben nefsimde tatbik edebiliyor muyum. Bir işe alım olacağı zaman, bu işe girerken yapılacak sınava razı mıyım?

Yoksa aracılarla kendi liyakatime bakmadan balıklama dalıyor muyum, buna bakmak lazım. Başkasını eleştirdiğim adaletsizliklerle ben karşılaşınca adaletin hangi terazisinde yer alıyorum?

Adalet konusu, binlerce kitabın yazılmasına vesile olan bir konudur. Burada özetin özeti olarak sunduğumuz bu hususa kestirme yoldan bu ölçüde bir kere bakıp, kendi adaletimizi önce rayına oturtmalı, sonra adalete talip olanlardan oluşan bir çevre oluşturmalıyız. Bu çevreyi genişletmeliyiz. Hak etmediğimiz hiçbir şeye asla el uzatmamalıyız, örnek olmalıyız. Sonra değiştirdiğimiz toplum zaten adaleti hakim kılacaktır.

Yoksa günümüzdeki gibi cıyak cıyak adalet diye bağırıp, kendisi adaletin yanından geçmeyen, adaletin uygulanması durumunda ilk önce kendi karşı çıkacak tiplerle adalet uygulanamaz. Adaleti kendi çıkarlarımıza destek verilmesi olarak düşünenler en adaletsiz kişilerdir.

Bütün bu açıklamalar sonrasında, hakikaten toplumun bazı katmanlarındaki adaletsizliklere sessiz mi kalmamız lazım. Tabiiki hayır. Ama kulaktan duyma, araştırmadan bazı kişilerden duyduğumuz doğrulanmamış bilgilerle ortalıkta yaygara çıkarmak da daha başka bir fitnedir. Bu fitnecilerin de akar suyuna su taşımamak lazım. Kesin bildiğimiz ve gördüğümüz adaletsizliklere ses çıkarmamak da Müslümana yakışmayan bir davranış olacaktır.

Konuyu Hz. Ömer RA.’ın bir uygulamasıyla bitirmek istiyorum. Bir gün adamın biri bitap vaziyette Hz. Ömer’in yanına geldi ve şu şikayette bulundu. Ben Mısır’dan

geliyorum. Mısır valisi Amr b. As’ın oğlu benim atıma sahip çıkmak istedi. Ben de ‘Vallahi bu benim atımdır’ dedim. Bunun üzerine beni kırbaçladı. Oysa ben itibarlı bir ailedenim. Bana ‘al atını defol’ dedi. İtibarım yıkıldı.”

Hz. Ömer adamı teskin edip, valiyi oğluyla apar topar çağırdı. Valinin olduğundan haberi yoktu, oğlu da durumu gizliyordu. Medine’ye geldiklerinde Hz. Ömer onları mahkeme etti. Ve davacıya “Al sana vurulan kadar sen de bu itibarlı adamın oğluna vur” dedi.

Adam ilk önce çekindiyse de sonunda kısası tatbik etti. Sonra Ömer “Şimdi de babasını kırbaçla. Bu çocuk bu cesareti babasından ve onun makamından almıştır.” dedi. Ancak Mısır’lı bunu yapmadı. Babasının bu durumdan haberdar olmadığını söyledi.