Çocuk aklımda maneviyata dair ilk resimlerden biridir Ramazan ve oruç.
Bir temmuz günü oruca dair hatıralarım.
Acıkmak ve susamak dışında bir anlam yüklemek zordu o yaşlarda belki
Ancak zamanla bu mahrumiyetin bir iman olduğunu anlayacaktım.
Mahrum kalmadan nimetin şükrünü takdir etmek mümkün değildi çünkü.
Ramazan ve orucun imana dönüşmesi bu düşünceyle başlar bende.
Çok boyutlu hikmetinden bihaber olsam da
Çocuk dünyam ve çocuk yüreğimde bu mahrumiyet fazlaca anlam yüklüydü.
Bu susuzluk ve açlık bir dersin müfredatı gibiydi adeta.
Anlamlandırma yeteneği verilmiştir insana.
Anlam bilgisinin karşılığı fıtrat bilgisidir.
Ve anlamak böyle bir süzgeçten geçerek imana dönüşür.
Anlamından bağlamından koparılmış hareketin karşılığı yoktur.
En çok susuzluk çekerdim oruç günlerinde
Su telaşım depreşirdi sahura kalkınca.
Temmuzun kavurucu sıcağında, yürüdüğüm her yerde serap görürdüm adeta. Her şeye rağmen iftara kadar direnmenin haklı gururunu yaşardım.
Hiçbir pahaya değişilmeyecek kadar da iftihar sebebiydi benim için.
Tertemiz masum günlerin orucuydu…
Saf ve katıksız teslimiyetin ilk dersleriydi.
Fakir ama bereketli günlerin iftar ve sahur sofralarıydı.
Damağımda kalan tadını hiç unutmadım.
Sahura kalkamadığım için ağladığım günlerin tadını özlemle andığımı söyleyebilirim.
Şimdilerde çocuklarını oruçla tanıştırmaktan bucak bucak kaçan aileler
Onları hayatın anlamına dair bir dersten de mahrum ediyorlar bence.
Çünkü günümüz gençleri mahrumiyetten mahrum olmanın dersine yabancı kalacaklar.
Onları Rablerinden bile kıskanan anne ve babaların bencil tutumlarına kurban gideceklerini çok sonra anlayacaklar.
Evlatların emanet olduğu düşüncesi, onların ezeli ve ebedi sahibi oldukları tutkusuna yenik düşmek üzeredir.
Sağlıklı oldukları halde oruca ve ramazana kayıtsız kalmaktan hüzün duymayan bir gencin vebalini paylaşmak isteyen parmak kaldırsın.
Bu sorumluluğun aslan payı kimindir peki?
Tek dünyaya inananlar için sözümüz yoktur.
Sözümüz iki dünyaya iman ettiğini söyleyenleredir.