Johann Goethe, genç “Verter’in acıları” isimli eserinde ümitsiz bir aşkı anlatırken, duygusallığının etkisiyle ve mantıklı çıkarımlar yapmadan, hatta sonuçlarını bile hesap etmeden sıralamıştı cümleleri kağıtlara.
Melankolik bir ruh halinin insanı çözen, üzen ve belki de bitiren sonuçları konusunda eminim en ufak bir düşüncesi de yoktu. Ancak buna rağmen o eserle birlikte gençler arasında intihar salgını baş göstermiş ve tarihe not düşülen acı bir tecrübe yaşanmıştır.
Ölçüsüzlük bazen bir fırtına gibi bir kasırga gibi gelir ve nice savrulmalara neden olur. Ölçüsü kaçmış sevginin, hatta nefretin bir dengesizlik sorunu olduğunu söyleyenler az değildir.
Ruh hekimliğinin, psikoloji biliminin, antropolojik değerlendirmelerin hatta tıbbi literatürün konuya dair söyledikleri böyle bir gerçeğin insanlık tarihiyle eşit olduğu sonucuna götürecektir bizi. İçinde bulunduğumuz modern çağ, birçok imkanı sundu. Ancak bununla birlikte konfor ve rahat yaşam taleplerini de üst seviyeye çıkardı. Daha fazla özgürlük talepleri, ölçüsüzlük boyutunda sınırları zorladı. Sorumlu insan tavrına hasret kaldığımızı ifade ettiğimiz anlar olmuştur. Ego(bencillik) merkezli duygusal savrulmalar yaşamışızdır. Kelime dağarcığında fedakarlığın f sine yer vermeyen dünyanın kendi etrafında döndüğüne inanmak isteyen bir hedonist faydacı anlayışın kuşatması altında zor zamanlar yaşamışızdır.
Vermeyi unutan ama sadece almaya odaklı bu bakış açısı, aynı zamanda ölçüsüzlüğün de sinyallerini verir.
Sevginizin ölçüsü yoksa, kızgınlığınızın sınırı yoksa, beklentileriniz hedef yükseltiyorsa, değerleriniz aşınmaya başlamışsa, değerleriniz değersizleştirme tehlikesine açıksa, gönül dilini hayatın içine katamamışsak, vicdani anlamda körelme mukadderdir.
Biliyor ve inanıyoruz ki, insan tüm kainatta var olan ilahi dengenin bir parçasıdır.
Hem de en değerli ve güzel örneğidir. Bu açıdan insanın hayatı anlam üzerine bina edilmiştir. Anlamsızlık ölçüsüzlük baş edilmez nice sorunlara yol açacaktır. Bu hakikat yolculuğunda fıtratının gerektirdiği ölçüden uzak kalan insan, dünyayı cehenneme çevirmekten geri durmayacaktır.
“Kul hakkı” kavramı bizim böyle bir ölçülülük tavrımızın yansımasıdır. Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek hoş görmek onu Allah’ın ayeti olarak okumak imkanımız vardır. Ancak insan kendisine bu konuda yardım edecek rehberlikten yoksun kalışının bedelini ödemektedir.
Kendi eliyle yaptıklarının, kendi sonunu hazırlayan bir felakete dönüşmesi de kehanet değildir. Sosyal hayatın tadını tuzu kaçmışsa, insanın insanla ve insanın tabiatla olan ilişkisi bozulmuşsa, dinde “fesat” kavramıyla karşılık bulan bir bozulmanın eşiğinde olduğumuz gerçeği ile tanışıyoruz demektir. Ölçü, yani denge, kainatın oluşum sürecinin, yaşamın devamının ve elbette ki insanın insan kalmasının şartıdır.