İnsanların fikir, inanç, medeniyet ve kültürleri farklı olsa da aynı toplumda birbirini anlayarak yaşayabilirler. Bunun en güzel örneğini ecdadımız Osmanlı her gittiği yerde gösterdi. İnsanların inançları, ırkları her şeyi farklı olduğu halde aynı ülkede asırlarca beraber yaşadılar huzur içinde.
Ülkemizde Cumhuriyetin kurulmasıyla ülke içindeki insanlar, özellikle fikir ve inanç noktasında bir kavgalaşmayla bir asır geçirdi ve hala aynı yerde durmaktayız. Değişim ve dönüşümünü tamamlayamayan insanlarımız var. Ülkemizde sağ kesim gerici, kendini yenileyemeyen, gelişmelere kapalı kesim olarak tanımlanırken, sol kesim ise aydın, bilgili, anlayışlı, özgürlükçü vs. olarak tanımlanır. İşin aslı böyle mi acaba?
Bir tahlil yapalım beraber.
Sol kesim varlıklı, devlet içerisinde örgütlenmiş, devletin parasını yöneten, yurt içi ve dışı ihalelerini alan, iyi okullarda yüksek paralarla okuyan, yabancı dili olan, sanatla ilgilenen, iyi giyinen, iyi yiyen, geniş imkanları olan, sorgulayıcı, bazen kavgacı, özgüvenli, kendileri dışındakileri küçümseyen, yetersiz gören bir tipoloji aklımıza gelmektedir.
Bu son seçimde hepimizin gözlemlediği şu gerçekleri de zikretmeden geçmemiz yanlış olur. Bunca nitelikleri bir arada bulundurun bu kesimden bir prof. bayan oy pusulalarında “uçan mürekkep” kullanılacağı, Kılıçdaroğlu’na basılan mührün mürekkebinin silinip sandık içinde Erdoğan’ın pusulasına geçeceğine inanabiliyor.
Vatanperverliklerinde şüphem olmayan birçok solcu tanımama rağmen, Kılıçdaroğlu, Terör elebaşlarını hapisten çıkaracağına, halklara özerklik vereceğine, eski adıyla HDP ile iş birliği yapmasını sorulamadan Tayyip’in gitmesine kilitlenip hiçbir şeyi göremeyerek solcuların desteğini aldı.
Günlük hayatlarında da kaprislerinden kurtulamayarak, dönüşüm yaşamadan kalıplaşmış ve çok ilkel kalmış tabularından asla vaz geçmezler. Sovyet Rusya’nın komünizmi yıkıldı. Rusya devlet olarak, millet olarak dönüşmeyi başardı. Ama bizdeki solcu zihniyet yerinden bir milim kıpırdamadı.
Mesela özgürlükçü olmalarına rağmen, kendilerine benzemeyen özgürlüğe asla tahammül edemezler. İnandıkları ilkelerin üzerinden 100 yıl geçse, bu ilkeleri revize edemezler, aynı yerde dururlar.
Sokak kedi ve köpeklerine acırlar, hayvan sevgilerinde hassas olmalarına rağmen, ülkelerinde bombalardan kaçıp ülkemize sığınan insanları, insan bile görmeden, onlara her türlü düşmanlığı beslerken hangi merhamet mantığına sığınırlar acaba?
Ensar Vakfının tarihinde bir sapığın sapıklığını duyduklarında ülkeyi ayağa kaldıracak kadar duyarlı iken, CHP içinde veya çevrelerinde böyle istismarları duyduklarına kör ve sağıra oynarlar. Fikir özgürlüğünü savunurlar ama kendileri dışındaki fikirlere bin yıllık savaşlar açarlar. Seçimlerde bile özgür iradesiyle oy tercihi yapan depremzedelere dahi demediklerini bırakmazlar.
Kadın haklarını, kadına şiddeti, kadının pozitif ayrımcılığını hep dillendirirler, ancak örtülü, inançlı kadınlar gündem olunca, seçim dışı süreçlerde öfke küpü olurlar.
Maalesef bu kesimin büyük çoğunluğunun haleti ruhiyesi budur. Kendilerini zaman göre, çevreye göre dönüştürme sorunu yaşıyorlar. Getto ve içlerine kapalı oldukları için başkalarına karşı daima ön yargılı ve kafalarında hayal ettikleri şekilde tasavvur ederler.
Peki gerici, yobaz dedikleri kesime baktığımızda, 100 yıllık süreçte kadınıyla, erkeğiyle, fikir dünyasıyla, sanat anlayışıyla, kısaca her yönüyle hızlı bir dönüşüm yaşayanların gerici dedikleri modellerin olduğunu görüyoruz. Hatta bu seçimde SP gibi dinci bir parti bile bu kadar müzmin takıntılı bir partinin şemsiyesi altına girecek kadar bir dönüşüm bile yaşamıştır. Yobaz ve gerici olarak adlandırdıkları o tesettürlü kadınların kendilerinden daha çok canhıraş çalıştıklarını, Kemal beye mücahit diyecek kadar değiştiklerini de gösterdiler.
Eskiden çok okuyan bu kesim, karşılarında olan insanları sorgulamamakla suçlarken, kendi geleneklerini, fikirlerini, bakış açılarını sorgulamadan, dogmalarla hareket ettiklerinin ve önlerine konan üst aklın düşüncelerini de ön şartsız kabul ederler.
Bakar mısınız; hiçbir proje ve program sunmayan, geldiğinde ülkeyi ve insanları nasıl kalkındıracağını söylemeden, herkesi zengin edeceğini, uyuşturucu baronlarından alacağı 300 milyar temiz dolarla ülkeyi kalkındıracağını söyleyen, hatta seçim kampanyasını tamamen Erdoğan’ın gitmesine yönelik sürdüren Kılıçdaroğlu gelirse ülkenin rahatlayacağını, özgürleşeceğini, refaha erişeceğini, daha iyi yönetilebileceğini düşündüler. Akla, mantığa hatta bilime ters. Ama kulaklarına fısıldandı ve buna, o “yobaz” dedikleri kişilerin itaat, iman ve teslimiyetinden daha güçlü bir inançla bağlandılar. Her seçimde, bu sefer olmadı ama gelecek seçimde mutlaka olacak diyerek, doğru bir aday bile belirlemekten aciz, ama aynı İzmir marşıyla her seferinde güdülenebilmektedirler.
Kılıçtaroğlu’nun tamamen yalan ve iftira üzerinden yürüttüğü kampanyaya inanmaları, ülke ile şehri karıştıran, merdivene ters binen, fındığı Urfa’da üreten birçok gaflarının bile adaylıkta olumsuz bir etkisi olmadı.
Sonuç olarak bu ülkede değişime direnmeyen, kendi dogmalarını da sorgulayan bir sola ihtiyaç vardır. Bu solu oluşturabilirsek, o zaman farklı partilerin ittifakı da suni değil, gerçekçi olur ve sonuç alınabilir inancındayım.
Esenlikle kalın.