İnsanı hayvandan ayıran bazı özellikler vardır. Bu özelliklerin kimi doğuştan, kimisi ise sonradan kazanılır. Sonradan kazanılan özellikleri eğer elde edemiyorsak, fiziki olarak insan suretinde olmamız aslında bizi insan kategorisine koyar mı, bence bu konu tartışılır.
Geçmiş dönemlerde yaşayanlar imkân olarak yokluk, imkânsızlık dönemleri yaşasalar da ilkeli, kurallı, mücadeleci, insani değerlere saygılı dönemler yaşamıştır insanoğlu. Bu öğretiler aile içinde daha bebeklikten öğretilen ve eğitilen bir sistemle nesillere aktarılıyordu.
Bu eğitimleri alanlar vahşilikten, ilkellikten, kabalıktan, ahlaksızlıktan kurtulup insanileşiyordu. Mesela, Hz. İsa’nın akranı sayılan Filozof Seneca'yı örnek alırsak, kendi döneminde çok değerli öğütler vermiştir toplumuna. Seneca gibi birçok filozof ve peygamberi bu ilkelerde öncülük ettiklerini görüyoruz.
Seneca der ki; “Yeryüzünde gün ışığına Iayık olmayan nice insanlar vardır ama güneş her gün yeniden doğar.” Aslında insanileşememiş bu türler toplumun içinde yer almamalı, ama biz bu tür insanlıktan nasibi olmayanlarla her gün karşılaşıyor ve beraber yaşama becerimizi geliştiriyoruz.
Günümüzde servetleriyle insanlığı ölçenlere iki bin sene önce, “Büyük bir servet, büyük bir köleliktir.” diyerek, serveti mala kölelik olarak topluma sunmuş ve işin aslının da bu olduğunu her dönemde yaşamaktayız. Yine “Para iIe satın aIınan sadakat, daha fazIa para iIe de satılır” diyerek, sadaktın, dostluğun, arkadaşlık gibi değerlerin parayla değil kalbi duygular olduğunu haklı olarak haykırmıştır.
İnsanın kendini dünyaya kaptırıp, sonsuz hayatı dünyada talep edenlere söylediği “Ey hayat senin bu kadar önemli tutulman ölüm sayesindedir, ölüm olmasa senin değerin de işe yaramaz.” Halbuki hayata dünyada bu kadar önem verip, ölümsüzlüğü arayan bu insanlar için ise, “Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır, yaşamın anlamını kaybetmek.” Diyerek, hayatın asıl anlamını unutmuş, dünyevi hazlara dalmış, hayatın anlamını maddecilikle birleştirmiş zavallıların anlamsız, hayvani bir hayat yaşadıklarını vurgular.
Günümüzde olduğu gibi maddiyata göre insanlara değer veren, zenginliği insani ölçü alanlara ise “Aza sahip oIan değiI, çok isteyen fakirdir” diyerek noktayı koyar. Gerçekten de çok istemenin bir sınırı yoktur. Karun tarihsel anlamda güzel bir örnektir. Firavun da bu konuda etkin bir örnektir. Halbuki kanaatkâr olan azla yetinirken, iç dünyasında bir rahatlık, bir mutluluk vardır. Şuyum yok, bunu alamadım, ona ulaşamadım, neden ben filancadan geri kaldım, gibi daima iç dünyasında kargaşa yaşayanlar, hayatlarını bu huzursuzlukla tamamlarlar ve hiçbir zaman zengin olamadan ölürler.
Bu tip insanlar için, “Ölüm, bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir Iütufdur.” Sözü ile iç dünyasında bir gün mutlu olmayı beceremeyen, mal yığma ve birilerinin zenginlik seviyesine ulaşmak için koşturan bu tipler için aslına ölüm bir armağandır. Çünkü ölümle bu koşturma, yarış ve huzursuzluk sona erer. Ama insan oğlu bu içine düştüğü girdaptan kurtulması için her zaman bir fırsat oluşturabilir. Ölmediği sürece bir anlık düşünmesi, kendi kafasını kumdan çıkarması onun kurtuluşuna bir vesile olabilir.
Bugünün en büyük handikaplarından biri insanları tanıyamama sorunudur. Kime güvenip, kime güvenemeyeceğimizi anlayabiliyoruz. Karşılaştığımızda çok güzel cümleler, kendini anlatırken çok nitelikli, güvenilir bir insan olarak anlatanlarla arkadaşlık kurduğumuzda birçoklarından darbe yediğimizi görmekteyiz. Seneca bu konuda asırlar önce bir ölçü koyar, “İnsanları tanımak için onları sınamaktan korkmayın; çünkü kaybedilmesi gerekenler, en önce kaybediImeIidirIer” diyerek, insanların kendilerini övmesi veya birilerinin anlatmasıyla değil, sınamayla anlaşılacağını söyler. Sınanmamış silahla savaşa çıkılmayacağı gibi, sınanmamış insanla da yola çıkılmaz demektir.
İşte bütün bu veciz ifadeler geçmişte aile içinde öğrenilir ve denenirdi. Bu güzel öğütlerle yaşayan, ahlaki kurallarla hayat süren insanlık, yokluk içinde olsalar da mutlu insanlardı. Bu hasletleri kaybeden toplumumuzun beklentileri hiçbir zaman yerine gelmeyince mutsuz bir toplum inşa edip başımıza bela ettik velhasıl.