Bu başlığı özellikle attım. Her dönemde bir çok kurtarıcı gelir ve birilerini kurtarmaya, özgürleştirmeye ve uyandırmaya çalışır.

Bu kurtarıcıların ikna kabiliyetine göre de başarılı olurlar.

Peygamberler insanları saplandıkları cehalet, putperestlik, zulüm gibi karanlıklardan kurtarmaya çalışmışlar. O günkü insanlar da ikna oldukları ölçüde peygamberlere tabi olmuşlar. Peygamberler içlerinde yetiştiği için peygamberin hayatını, güvenirliğini, samimiyetini her şeyini bildikleri için ona inanma veya inanmama konusunda zorluk yaşamıyorlardı.

Bundan 30- 40 yıl önce en kırsalda yaşayanlar bile memleketlerinden, baba ocağından ayrılmazlardı. Gurbete gider, kazanır, köyüne gelir orada harcardı. Baba toprağında kalıp bu mağduriyete razı olmanın gerekçesi ise, köyünde her kabileyi ve bu kabilelerin refleksi, güvenilir veya güvensiz oluşu, dürüstlüğü veya sahtekarlığını bildiği için, hiç bilmediği insanların içine ailesini götürmeye cesaret edemezlerdi. Bu hayat tarzında kurtarıcılar, sözüne itibar edilecekler köyün ileri gelenleriydi.

Daha sonra şehirlere olan akınla, artık kalabalığın içinde kaybolan toplumumuz, kimin dürüst, kimin ajan, kimin ahlaklı, kimin sahtekar olduğunu bilmediği için, elinden tutanı, güzel konuşup ikna edeni, kendine ekmek vereni vs. dost edinmiş ve onlara güvenmeye başlamıştır. Bu güvendikleri de onu kurtaracağına ikna edip her seferinde değişik tuzaklara basarak kırsal kesim hayatını tüketmiştir maalesef.

Günümüzde artık globalleşme, metropolit şehirlerde olan yaşantı gereği, kimse kimseyi tanımıyor. On tane can ciğer arkadaş ve dostu yoktur, varsa da bu dostluk ani reflekslerle oluştuğu için bir yerde kazık yiyince kendine geliyor insanımız. Böyle olunca da herkes içine kapanmış, evinden işine, işinden evine.

Ama evde de emin değil. Açtığı TV kanallarından evine misafir gelenler var. Bu misafirlerin hangisine güvenip onun açıklamalarına inanacak. Amerika Kızılderililere güzel, rahat ve özgür bir hayat vaadiyle o topraklara ayak basmış, sonrasını biliyoruz.

Ülkemizin doğu ve güney doğusunda, Irak, Suriye, Afganistan, kısaca dünyanın her yerinde insanların yaşantılarını ilkel görüp onlara müreffeh hayat, özgürlük, zenginlik vadedip, onları kurtaracağını söyleyen kapitalizm ve Siyonizm’in örgütlenmeleri daha sonra girdikleri heryeri tarumar etmişler. İnsanlar evlerinden, ailelerinden, yuvalarından, namuslarından, kısaca her şeylerinden olmuşlardır.

Günümüz Türkiye’sine baktığımızda da TV kanallarında, medyada, salon konuşmalarında, örgütsel çalışmalarda binlerce KURTARICI’nın dolaştığına şahidiz. Türk Milleti uyuyor! Bu milleti bunlar uyandırmaya çalışıyorlar. “UYANIN TÜRK MİLLETİ” diyerek ortalıkta insanları ikna etme gayreti sarf eden bir yığın kaynak var. Bunlar bizi hangi uykudan uyandırıyor, neyimizi kurtarmaya çalışıyorlar acaba?

Geriye baktığımızda 100 yıl önce bu kadar görgülü ve tahsilli değildik ama, bizde ahlak vardı, yardımlaşma vardı, namus vardı, adalet vardı, kul hakkına riayet vardı, haram-helal duyarlığı, kanaat, saygı, sevgi, hayvan ve çocuklara şefkat vardı. Komşu, arkadaş, dost, akraba bağlarımız vardı, Din, iman, terbiye vardı. Bir zenginliğimiz azdı.

Bizi kurtarmaya gelen Kurtarıcılar! Meğer bizi nelerden kurtarmış, uyandırmaya gelenler bizi nelere uyandırmış? Bizi millet, devlet, Müslüman yapan neredeyse bir değerimiz kalmamış elimizde. Bir de aymazca, “Hem namaz kılar, hacı hem de yalancı, sahtekar” demezler mi? Sanki yüz yıldır İslam terbiyesi ve eğitimiyle yetiştirilmiş bu toplum da suçu İslam’a ve Müslümana atıyorlar…

Uyanın Türk Milleti diyenler aslında bizi isyana, çıkmaza, ahlaksızlığa, edepsizliğe, ayrışmaya, bozgunculuğa, hadsizliğe, kısaca her türlü kötülüğe uyandırmışlar. Elimizdeki tüm değerleri bize balon verip onları alarak kandırmışlar. En kötüsü de bunları özümseyerek almışız, terk etme gibi bir gayretimiz de kalmamış. Yenide eski kriterlerimize uyanamazsak bizler de Gazze, Filistin, Irak ve Suriye gibi olmamız için çok fazla zamana ihtiyaç yok. Bismillah deyip yataktan kalkmamız lazım.