Dünya elbette çok büyük. Dolaşmaya kalktığımızda araçla, gemiyle, uçakla bile gezerek bitiremeyeceğimiz kadar geniş. Ülkemizi dolaşırken bile detaylara inmesek bile çok uzun bir zamana muhtacız.

Bu kadar büyük dünya teknoloji sayesinde avucumuzun içinde. Çok kısa zamanlarda dünyanın her yanını görebiliyor, izleyebiliyor, koltuğumuzdan kalkmadan araştırıp görüntülü olarak izleyebiliyoruz. Tabii ki sanal görme, fiziki ziyaretle aynı olamaz. Ama sanal aleme gençlik çok kolay uyum sağlayarak, hayatı sanallaştırarak yaşayabiliyor.

Bu sanal yaşantı beraberinde yalnızlığı, konuşma yeteneğini yitirmeyi, el becerilerini, aile ve çevreyle olan iletişimleri, sözlü edebiyat ve anlatımları, beraberce iş görme, yardımlaşma, imece, kaynaşma, dert dinleme ve dertleri görme gibi insanın doğasında hayat kalitesini artıran nitelikleri kaybediyoruz. Bu saydığımız bazı şeyleri sanal ortamda yapsak da dünkü rüya, bu günkü filim izleme gibi bir haz alınabiliyor bunlardan.

Dün aile ortamlarında büyüklerin hayat hikayeleri anlatılır ve zevkle dinlenirdi. Oturmaya gelen komşuların hayat hikayeleri, çevrede duymadığımız haberler, uzak yerlerden gurbet yapıp dönenlerin yaşantı ve gördüklerini dinlemek her zaman çok cazipti. Yerleşim yerlerindeki kanaat önderlerinin etkileri, arabuluculukları, fikir ve ufuk açıcı beyanları, öngörüleri her zaman onları ayrıcalıklı kılardı. Sorun üretenleri ikna eder, sorunları çözer yok ederlerdi. Uzaktan gelen misafirleri olurdu, onlardan yeni haberler edinirlerdi, ülke ve dünya ile ilgili olayları daha yakından izlerler ve takip ederlerdi. Arabuluculuk yaptıkları olaylarda adaletli ve mantıklı çözümler önerdikleri için kabul görürlerdi. Bu gibi nitelikleri onları kanaat önderi yapardı.

Şimdi yazımızın başlığına dönelim. Dünyadan haberdar olsak mı, olmasak mı?

TV başına oturduğumuzda, izlediğimiz dünya ve ulusal haberleri ilk anda tepkimizi çekmekte, acılı haberlere hayıflanıp tepki göstermekteyiz. Ama bu olaylarla ilgili uzaktan müdahil olamadığımız için süreç içinde her kötü olay hafızamızda normalleşiyor.

Afat, savaş gibi mağduriyetlerde belki daha cömert yardım yapmamızı sağlıyor olabilir. Ama yüzde 10 karı varsa, yüzde 90 his ve duygularımızı öldürüyor bu durum.

Her gün onlarca olay görüyor ve izliyoruz ama biz binde birinde insiyatif alıyoruz. Böylece olaylarla ilgilenmez, dikkatimizi çekmez, çözüm arama hale dönüşüyoruz. Bu nedenle aslında hayat alanımızı küçültüp o küçük alana odaklanmamız gerekiyor.

Bir savaşta bile koca bir ordu düşman üzerine gönderilmez. Küçük takımlar, gruplar sızarak, küçük organizelerle cephede savaşılır. Bu daha az zayiat, daha çok başarı getirdiği gibi, toplumsal hayatımızdaki gereksiz yüklerin üzerimizden atılıp, kendi çevremizde olan bitenler ve bunlarla ilgili yapabileceklerimizi planlayıp uygulamamız lazım.

Tabii ki dünyadan tamamen soyutlanmak yanlıştır, az da olsa dünyayı takip etmemiz lazım. Ama bu daha çok üst düzey idarecilerin ilgi alanına giren bir husus olmalıdır. Aksi halde global ve ulusal haberlerin ne kadarı doğru onu da bilmiyor ve bazen yanlış yönlendiriliyoruz.

Şöyle bir örnekle bitirelim yazımızı. Ülke genelinde ahlakın bozulduğunu hepimiz görüyoruz. Bu durumda, büyük bir hastalık olan ahlaki değerlerin tekrar ikamesi için devletin bu işi düzelteceğini önerip, kendimizin bir şey yapamayacağını savunuruz. Her insan böyle düşününce hiç kimse bir adım atmaz, atsa da bu adımın bir işe yaramayacağını düşünür. Böylece ahlaksızlık daha da zirve yapar, sonra şikayet edenler de bu ahlaksızlardan olur ve olay biter.

Oysa bu yanlışı düzeltmek için ‘ben devleti beklemeden üzerime düşeni yapmam lazım’ diyerek, bismillah dese, devlet de üzerine düşeni yapsa, her eğitimci bu sorumluluğunun farkında olup harekete geçse, çok kısa bir zamanda hastalık ortadan kalkar.

Global olayların bile çözümünün lokal olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Ama harekete geçmek ruh diriliği ile olur. Önce ölü ruhların diriltilmesi gerekir...