Dünyada hangi yöne baksanız, göreceğiniz; zor zamanlardan geçildiğidir. Kimi kıtlıkla, kimi savaşla, kimi afetle, kimi de salgınla boğuşuyor. Çoğu da mahşerin bu dört atlısı içinde birden fazlasından mustarip. Bize gelince; adını kriz demeye bile çekindiğimiz bir ekonomik türbülansın içindeyiz.
Ateş, düştüğü yeri yakardı eskiden…
Şimdi ateş; hissedildiği yeri yakıyor. Bir ülkenin derdi, diğer ülkeyi germekle kalmıyor, sorununu ihraç ediyor. Dünyanın ötesinde yanan ateşin ya dumanı ya alevi, gelip seni buluyor. Kriz diye adlandırdığında, en azından önlem alıyor, çare üretmeye başlıyoruz.
Hiperenflasyon, yüksek kur, gerileyen tarım, düşen alım gücü, yok edilen orta direk ve tırmanan açlık, bir araya gelince ne olur?
Hükümete göre; yükselen ekonomi ama vatandaşa göre, basbayağı kriz. Fakat buna kriz diyemeyen eklektikli Heterodoks onu yönetemiyor, sorunların altında kalıyor.
Ancak hükümete rağmen ayakta kalmaya çalışan kesimler ve üretimi sürdürebilen sanayi; bu tutumun getirdiği bela ile boğuşmak zorunda kalıyor; belirsizlik...
Bu yüzden günü kurtarma gayreti ön plana çıkıyor, yarını planlamaya zihinsel ve maddi enerji kalmıyor.
Belirsizlik ise yeni yöneticimiz oluyor.
Maalesef ki şu anda ülkemizin durumu bu...