Biz millet olarak bazen övündüğümüzde, bunu hak edip etmediğimizi tartışırız. İnsanların doğuştan eşit olduklarını dile getiririz. Övündüğümüz konuları abartılı da buluruz.

Detaylı biraz düşündüğümüzde benim aklıma şunlar geliyor. Mesela; Yahudi ırkı, tarih boyunca bozguncu, nifak tohumları eken, kendi çıkarı dışında bir düşüncesi olmayan, diğer insan ırklarını dışlayan, her türlü gücü elinde bulundurmak için her şeyi yapan bir millet. Bu onların genlerinden gelmiyorsa da aldıkları eğitim ve kültür olarak böyle bir iklimde yetiştiklerinden olabilir.

Türk milletine baktığımızda, savaşçı, adaletli, haksızlıkları sevmeyen, yardımlaşan, mertçe savaşan, düşmanıyla bile savaş hukukuna göre savaşan bir millet.

Görünüşte birçok eksiğimiz var mı var!  Hatta son yıllarda çok duygusuz, çıkarını gözeten, kendi keyfinden başkasını düşünmeyen, manevi konularda zayıflayan, yardımlaşmayı terk eden bir toplum olduğumuzu söyleriz. Ama şu deprem tablolarına bakalım. Depremi haber alan herkes, dindarı, gayri müslimi, Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Laz’ı hepsi aynı anda, aynı refleksi gösterip, toplu olarak yardıma koştular. Kimi kurtarma ekibinde, kimi, yardım ekibinde, kimi sağlık, kimi geri hizmet ekibinde yer aldı. Hatta berberler bile deprem zedelerin tıraşını bedava yapmayı bir görev bilip koşup gitti.

Normal zamanlarda aheste aheste olan millet, olağan üstü bir durumda ölüm, azap, işkence, başına gelebilecek her şeyi hafızasından silerek imdada koşmaktadır. Bu da bizim milletimizin özelliği, masraf, engel, tereddüt gibi hiçbir şeyi nazarı dikkate almadın koşan bir milletiz şükür. Giderken engeli düşünmez, önüne çıkan her engeli de aşar gider.

Koca eve sığmayan; bir kolon boşluğuna sığıyor. Bu felakette bir de aklıma şu takıldı. Ev alırken 3+1 olsun; içi geniş ve ferah olsun; manzarası şöyle, ısıtması yerden olsun; her çocuğun bir odası, misafir gelmese de salonu geniş, misafir ikramı olmasa da mutfağı albenili olsun. Böyle güzel ve geniş eve markalı perde ve halı, konforlu eşyaları da atlamayalım. Ödemesi bizi birkaç yıl sarssa da oturduğumuz eve yatırım yapmayalım mı diye de kendimizi savunuruz.

Bunca özelliği niye istiyoruz bilmiyorum. Evimize misafir çağırmıyoruz. Akrabalarımız, komşularımız, hatta çocuklarımız bile bayramlarda ancak uğruyorlar. Zaten ev düzenimiz bozulmasın, misafir gidince temizlik, mutfak işleri de çıkacak bize. Zaten misafir ağırlamak artık çok maliyetli de oldu. İyi de bu kadar konforlu eve niye bu kadar yatırım yapmışız o zaman?

Hiç ölümle bu düzenin bir işe yaramayacağı, misafirsiz, komşusuz evin mutlu etmeyeceğini düşünmeyiz. Allah muhafaza bir depremle yerle bir olan o güzelim, kıyamadığımız, toz konduramadığımız evimiz ve eşyamızın arasında bir tabut kadar yar bulabildiysek, o enkaz altında saatlerce durmaya razı oluyoruz. O güne kadar evimizin konforuna halel gelmesin diye kabul etmek istemediğimiz komşular, akrabalar, hatta tanımadıklarımız bu güzelim evin enkazını sırtımızdan kaldırması için, sesimizi onlara duyurabilmek için ne kadar da muhtacız o insanlara.

50 yıl önce minder bulup misafirin altına veremezken, misafirler, akraba ve sevdiklerimizin evimize gelmesi onur mevzusuydu. İkram etmek için sadece çayımız, kahvemiz ve güler yüzümüz olurdu. Bir evde dört gelin çocuklarıyla otururdu kaynana ve kaynatalı olarak. Bu kalabalık ailede gelen misafir de yer bulurdu. Misafirler otururken, aynı odada çocuklarımızı yan tarafta serdiğimiz yatakta uyutur ayıp olmazdı. Evlerimiz fiziken çok dardı ama gönüller evlerimizi sonsuz geniş tutardı.

Bir deprem geldiğinde o geniş evler bir anda bize ya tabut veya tabut büyüklüğünde bir baza kenarı veya kolon boşluğu oluveriyor. Artık ne konfor ne temizlik ne marka ne takıntı hiçbir şey aramıyor, bu yıkıntı evin içinden kendimizi dışarı atmanın çaresini düşünüyoruz. Bir insan sesi, bir ayak sesi, canlılık eseri bize ne büyük ümitler oluyor.

Kim bilebilir, şu an her ne kadar evlerimizin anlamsızlığını hissetsek de belki 5 ay sonra yine biz eski halimize dönüp, hiçbir şey olmamış gibi numara yapmaya devam edeceğiz. Ya da içimize çöreklenen kapitalizm canavarı şu anda bir köşeye pussa da 6 ay sonra yeniden dirilen canavarlığına devam edecek. Allah’ım bizi sıratı müstakiminden ayırma.