‘Liyakat nedir’ diye Google’a bir sorduğumuzda karşımıza bunlar çıkıyor; Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu, değim, yararlık, yaraşık, yeterlilik, yetenek.
Tabi ki bir kelime anlamı var; bir de bu kelimenin hayatta ne işe yaradığı, nerelerde kullanıldığı, nasıl bir kavramı bize sunduğu ile ilgili bir durum var.
Liyakat deyince, hep aklımıza devlet daireleri ile ilgili işler geliyor sanki, hani liyakatli yöneticiler, liyakatli politikacılar, liyakatli başkanlar, liyakatli devlet memurları gibi!
Halbuki liyakat herkes için, her durum için geçerli değil midir?
Şimdi bir kimsenin mesleğini uygun, yaraşır, yararlılık sağlayacak, doğru, düzgün bir biçimde yapması o mesleği liyakat ile yerine getirmesi demek değil midir?
Hep her şeyi başkalarından bekliyoruz, aslında hayata hep eleştirisel bakıyoruz ya kimse kendini toz kondurmuyor, leke sürdürmüyor hemen herkes sütten çıkmış ak kaşık bembeyaz pırıl pırıl.
Halbuki minibüsü kullanan arkadaşımız liyakatli değil, berbat bir biçimde minibüs kullanıyor istediği yerde dur kalk yapıyor ve istediği yerde yolcu alıyor. Trafik kurallarını hiç riayet etmiyor, sürekli korna çalıyor böylece trafikte çok kötü bir halin oluşmasına katkı sağlıyor şimdi bu arkadaşımız; liyakatsiz, trafikte yanlış araba kullananlar, hatalı sollama yapanlar, yanlış yere park edenler dörtlüleri yakıp yolun ortasına park eden kişiler hem liyakatsiz, hem bencil dolayısıyla liyakat tanımına bunlar da giriyorlar.
Fırından pide alırken pideyi veren arkadaşımız hijyenden yoksun tavırları yanlış ve hatalı, parayı tuttuğu elle tekrar pide tutuyorsa, bu arkadaşımız da liyakatsizdir. Hayatımızda birlikte iş yaptığımız; bize iş yapanlar ek hizmet aldıklarımız, işini doğru düzgün yapmayanlar, bu tür kişilerde liyakatsizdir. Liyakat ararken, önce bir kendimize bakalım diyorum.
Hani derler ya iyi kendine çoğaldı başkasına batır diye. Kendimize bakalım kendinize bakın. Yaptığınız işi doğru düzgün yapıyor musunuz?
Aldığınız parayı hak edecek biçimde iş yapıyor musunuz?
Liyakatli, doğru, düzgün iş yapıyor musunuz?
Sizin yaptığınız işten dolayı birileri mutlu mesut mu oluyorlar, yoksa sizin yaptığınız bir işten dolayı beş yıl, on yıl sonra birden fazla insan bir sorunu çözmek için zaman, para ve emekli mi harcıyorlar?
İşini doğu yapmayan herkes liyakatsizdir. Bu ülkenin sorunu gerçekten liyakatsizliktir. Bu bugünün sorunu değil bu, uzun zamandır liyakatsiz bir toplum var. Toplumda liyakatsizlik, çok fazla dikkate alınmıyor. Bu işe layık mısın, değil misin?
Yaptığın işi layıkıyla yapıyor musun?
Yaptığın işte uygun kaliteli bir sonuç var mı?
Kimsenin bunlara baktığı aldırdığı yok.
Peki neye bakıyorlar?
Çok laf üretiyor musun?
Öyle ya da böyle bir şekilde para kazanıyor musun?
Bir yer edinmişsin toplumda. Toplumdakiler sonuca bakıyorlar. Herkes sonucu görüyor o sonuca gelen yol o sonuca getiren eylemlerin ve çabanın hiçbir anlamı yok.
Toplum gerçekten çöküntüye uğramak üzere, uzun zamandır devam eden bu süreç, artık kendini kaldırmıyor. Tıkanmaya doğru gidiyor. İşin neresinden tutarsak, tutalım elimizde kalıyor. Hangi noktaya el atarsak, atalım bir hata, bir yanlışlık bir eksiklik liyakatsizlik ortaya çıkıyor.
Torpille yüksek notla geçirilmiş çocuklarımız, torpille ya da hileyle üniversite sınav soruları verilerek üniversiteye girmiş, hak etmediği layık olmadığı, yeterince çaba sarf etmediği halde; doktor, mühendis falan filan bilmem ne olmuşlar, yine sırf siyasi veya toplumsal veya cemaat veya bir başka ilişkiden dolayı makamlara mevkilere getirilmişler. Sırf yalakalık yaptığı için pozisyon almış adamlar. Hiçbir kalitesi olmadığı için de hiçbir biçimde liyakat sahibi olmadan büyük mevkilere gelmiş insanların oluşturduğu bir toplumdan ne beklenebilir bilemiyorum.
Şimdi insanlar sürekli mazeret üretiyorlar, başarısızlıkları veya kendi üzerindeki olumsuzluklar için hep başkalarını suçluyorlar. Sürekli hak etmedikleri bir biçimde yaşadıklarını, daha çok şeyi hak ettiklerine kendilerini inandırıyorlar.
Benim kişisel görüşüm bu çökmüş, hatta çökmeye de devam eden ahlaki değerlerini büyük bir kısmını kaybetmiş, büyük çoğunluğunu kaybetmiş ve kaybetmeye devam eden toplumu yeni baştan ihya etmenin yeni baştan doğru düzgün bir hale getirmenin başlangıcı eğitimden geçmesi gerek.
Önce kendimizden başlamalıyız. İlk önce hepimiz, kendimize sormalıyız. Biz gerçekten liyakatlı insanlarız, yaptığımız işi layıkıyla mı yapıyoruz?
Çöpçüyüm, çöp temizliyorum layıkıyla çöpleri temizliyor muyum acaba. Gerçekten iyi mi yapıyorum işimi. Ben sanatçıyım. Sanat yapıyorum, gerçekten layıkıyla yapıyor muyum acaba? diye kendimize sormalıyız ve hepimiz öncelikle liyakatli olmayı, kendimize yakıştırmamalıyız önce kendimizi hesap sormalıyız.
Sonrasından çocuklarımızı eğitmeliyiz. Onlara örneklik olarak eğitmeliyiz. Yaptığımız işi liyakatli insanlar olarak yaparak, onlara canlı bir eğitim vermeliyiz. Yoksa eğitimi de okula, ‘okulda öğrensin’ diye özel okullara o okullara, bu okullara gönderirsek, yine bu işler böyle devam edecek ve liyakatsizlik bu iki yüzlülük, bu şişirilmiş egolu toplum, yok olmaya mahkum olacaktır.
İstemediğim bir şey için, çok çalışmaya, stres, sevdiğin bir şey için çok çalışmaya da tutku deniyor.
Liyakatli insanlar tutkulu olurlar. Ancak liyakatsiz ise zaten hep stresli olurlar. İşte size bir turnusol kâğıdı, işte size bir ölçü. Çevrenizdekilere bakın bakalım. İşlerinde kimler tutkulu, kimler stresli ona göre kara verin. Kimlermiş liyakatli, kimlermiş liyakatsiz olanları görün...
Bir kimsenin düşüncesini açıklayamaması köleliktir.
Euripides