Hep gerçekleştirmeyeceğimiz ya da gerçekleştirmesi zor olan büyük hedefler üzerine konuşuyoruz. Büyük hedefler üzerine sloganlar atıyor, ulaşılması zor işlerin hayallerini kuruyoruz.

Dünyayı değiştirmek, dünyaya iyilik getirmek, her ideolojinin, her fikrin kendine göre bir büyük ütopik hedefleri var ilahi kelimetullah uğruna tüm insanlığa; adalet getirmek, dünya barışı, dünyayı kurtarmak istiyoruz.

Tüm bunlarda ortaya çıkan sonuç ise büyük hamaset içeren ama gerçekleştirilmesi mümkün olmayan hedeflerimiz var. Belki bu hedeflere sarılmak bizleri kişisel olarak tatmin ediyor olabiliyor, vicdan azabımızı azaltıyor, bir şey yapmışız gibi Uğraşıyor olmak ile mutlu oluyoruz.

Sohbetlerimiz hep büyük şeyler üzerine; dünya ekonomisi, ülke ekonomisi, ülkeyi değiştirmek, memleketi kurtarmak, dünyayı daha yaşanır bir konuma getirmek.

Bizden çok uzak ya da çok yakın coğrafyalar hakkında sürekli konuşup, alternatifler üretiyoruz. Bu saydıklarımızla ilgili çözümler üretiyoruz ama yapacağımız, yapmamız gerekenleri yapmıyoruz. Bu kadar büyük hedefler koyup da bunları yapamayınca da kendimiz bile kendimizi eleştirmiyoruz. Çünkü, bu hedeflerimizi gerçekleştirmemiz mümkün olmuyor. Dolayısıyla diyoruz ki, biz bu hedefleri gerçekleştirmek için çaba sarf ettik, elimizden geleni yaptık işte...

Hazreti İbrahim’in atıldığı ateşe bir damla su da biz attık misali...

Halbuki biz o ateşe bile yaklaşmamışız.

Eğer gerçek hedefler koyarsak, akın bir zaman diliminde amaçlarımızı gerçekleştirebiliriz. Hedeflediğimiz ve  gerçekleştireceğimiz projeleri ortaya koyarsak, bireysel olarak kendimiz kendimize hesap sorarız. Vicdan muhasebesi yaparken, ‘Yapmamız gerekenleri neden yapmadık’ deriz. Hem toplumumuz, hem de çevremiz bizden hesap sorar.  

İşin kolay kısmı, büyük hedefler koyup, büyük idealler, ütopik söylemler yapıp bunları gerçekleştirmemektir. Ekonomi konusunda sıkıntılarımız varsa, önce kendimiz çevremizde bunları düzeltebilecek hedefler koymamız gerekiyor.

Ahlak konusunda sıkıntımız varsa, öncelikle kendimiz ahlaklı insan olup; ticaretimizi doğru biçimde, insan ilişkilerini düzeltmemiz gerekir. Rahatsız olduğumuz yanlışları en yakınımızdan başlayarak düzeltmemiz lazım.

Dünyayı temizlemek istiyoruz. Çok güzel ama evimizin önündeki çöpü temizlemek için ya da ‘hadi hep beraber mahallemizi temizleyelim’ diye bir eylem başlatmıyoruz.  

Hepimiz, kendi kendimizi kandırıyoruz.  Verilen sözler hiçbir şekilde tutulmuyor ve kimse bunun arkasında da durmuyor. Sivil toplum kuruluşları görevlerini ya da tüzüklerde yazanları yerine getirmiyor. Hiç kimse bunları sorgulamıyor.  Gerek ticari, gerekse başka amaçlarla oluşmuş olan STK’larla yapılan toplantılar ya da STK’ların kendi aralarında yaptığı toplantılar grup terapisi olmaktan öteye gitmiyor. İnsanlar, eteğindeki taşları ortaya döküyor, rahatlıyor sadece...

Sonuç olarak çözüm var mı?  

Yok...

Başlamamız gereken bir yer varsa, önce kendimiz ve çevremizde bir şeyler düzeltmeli. Düzeltme hedefimiz varsa büyük hedefler diğerine küçük yapılabilir uygulanabilir hedefler ve programlar ortaya koymak lazım.  Slogan atmak yerine gerçekleştirilebilir hedefleri söylemek lazım. Slogan atmak kolay, gerçekleştirilebilir hedefleri yapmaksa her zaman zordur.

Şimdi gerçekten iyi şeyler yapmak istiyorsak, ya da gerçekten adam gibi adamsak, önce insanlık onuruna yakışır davranmamız gerekir. Ne kendimizi kandırmamız, ne de başkalarını kandırmamız gerçekleri asla değiştirmez.

Gerçek şu ki olması gerekenleri yapmıyoruz. İnsan olmanın, doğru insan olmanın, gerçek insan olmanın gereklerini zaten yerine getirmiyoruz.

Ahlak dediğimiz şey ise sadece cinsellik ile ilgili konuları içeriyor bizler için.

Doğru sözlü olmak, dürüstlük, verilen sözü tutmak, kimseye haksızlık yapmamak, başkasının hakkını yememek ve adil davranmak gibi erdemler ise artık masallarda kaldı.

“Yalnızca eğitimli bir zihin, kendisininkinden farklı bir düşünceyi kabul etmek zorunda kalmadan anlayabilir.” demiştir Aristoteles