Geçtiğimiz hafta bir haber gündeme düştü ve hala konuşuluyor. Neydi haber? “Karşıyaka Belediyesi'ne bağlı Zübeyde Hanım Nikah Salonu'ndaki bir ailenin nikah töreni sırasında hocaya ailenin isteği üzere, mikrofon verilmiş ve dua etmesi istemiş ancak nikah memuru tarafından engellenmişti.
Nikah memuru Melek Bursalı; "Burası resmi daire, burada buna izin vermiyoruz. Bu bir resmi nikah töreni, duayı evinizde yaparsınız." Demiş ve dua okuyan kişinin elinden mikrofonu kapıp duayı sonlandırmak istemiş. Ancak duaya salondan bir başkası mikrofonsuz devam edince, memur sesli müzik koyup duayı bastırmıştı. Sonra CHP’li belediye başkanına konu sorulmuş, Başkan Behiye Yıldız Ünsal, "Arkadaşımız kurallara uygun davranmaya çalışmıştır. Müslümanlık dua etmekle olmuyor." Diye memuru savunmuştu.
Olay bu. Yıl 476-1453 orta çağ değil, 2024. Yer Çin komünizm diktatoryası altındaki Doğu Türkistan değil, Türkiye. Şehir Sincar değil, İzmir. Diktatör Hitler değil, Melek Bursalı. (İsim de çok manidar)
Şimdi kafama takılan bir sürü deli sorular var. Bunları sormadan bu yazıyı yazsam, gelecek haftaya kadar zihnen çökerim. Kendimle çelişmeme adına bu soruları soracağım kardeşim.
Soru 1; Bu düğünün sahibi Melek mi, vatandaş mı?
Vatandaş ise, düğünde Kuran mı okutacak, dua mı yapacak, dans mı ettirecek, duayı evde mi, arabada mı, salonda mı yaptıracak bunun kararını verme yetkisi yoksa vatandaşın; hani siz özgürlük getirecektiniz. Daha dün bir bu gün iki. Siz ailenin en mutlu gününde yüzlerce misafirin önünde aileyi yere batırdınız. Bu ne yaman özgürlük kardeşim.
Soru 2; Salona henüz gelin ve damadın bile girmediği, boş masada düğün sahibinin dua istemesine “Burası resmi makam, burada dua edemezsiniz” ne demek?
Biz hükümet konağına, Müftülüğe, Milli Eğitim Müdürlüğüne, Polis karakoluna, okula, nüfus dairesine, bunlar resmi daire diye besmele çekerek giremez miyiz? Komünist Çin’de bile böyle bir geri kafalılık yok.
Soru 3; Bir bayan, kadın duruşuyla, nezaketiyle, kibarlığıyla, yapıcılığıyla, yardımcılığıyla öne çıkar. Bu kadın, külhanbeyi gibi, kabadayı gibi, salonun sahibi, hatta ülkenin sahibi gibi kabaca gelip, onca misafirin arasında tiyatro oynar gibi hocanın elinden mikrofonu kapıp gitmesi bir kabalık, bir küstahlık değil mi?
Bir de memur olmuş, hem de yuva kuranların nikahını kıyacak. Bunun kıydığı nikah bir hafta yaşamaz kardeşim. Bir Afgan’lı çobanı çağırıp nikahı kıyın çok daha medeni olurdu, ama geçti…
Soru 4; Sahi seçimden önce Cuma namazlarına giden, camilerde Kuran okuyan, kandil simitleri dağıtan, mitinglerde türbanlı bayanları sahneye çıkaran bu siyasi parti, daha seçim biter bitmez evlenecek gençlerin mutluluğu için dua edecek hocaya bile tahammül edememesini bu parti nasıl açıklıyor acaba?
Soru 5; Anladık, sen dinsiz olabilirsin, başka bir din mensubu olabilirsin. Ama medeniyet, özgürlük, demokratlık, laiklik ve dayandığınız tüm payandaları bir hamlede nasıl yıkıyorsunuz? Siyasetçi kalabalık karşısındaki davranışlarını siyaseten bile olsa itinalı yapar. Siz oradaki yüzlerce insanın aklıyla, inancıyla, değerleriyle hangi cüretle böyle alay edebilirsiniz?
Bu ne ahlaksızlıktır be yahu…
Soru sorsam ne olacak ki, cevap verecek olan mı olacak?
Kesinlikle hayır. Herkes bildiğini, inandığını yapar. Ama bu zihniyet kroniktir, değişime müsait değildir. Asla özgürlükçü olamaz, olmayı dahi deneyemez. Bu kanserleşmiş bir zihniyettir. Bu nedenle biz bunların namazına da Kuranına da, örtüsüne de, kandil simidine de asla inanamıyoruz.
Bunlar Orta çağ zihniyetine kilitlenmiş, medenileşemeyen, Komünizm sömürgeleridir. İstisnai olanlar ise, bunların arasına sızmalardır, vesselam…