Amerika ve Batı dünyası ile her fikri siyasi ya da ekonomik olarak kavga edişimizde, o ülkelerden birinin bize yaptığı adaletsiz davranış sonucunda bir açıklama ya da karar ertesinde hemen bir haydi boykota kampanyası başlatmaya bayılıyoruz.
Mesnetsiz, şov amaçlı yapılan söylemler, eylemler başlıyor hemen. Markalara ait eşyaları yıkmalar, yakmalar ayak altında ezmeler gibi… Siyasiler ya da siyasetçi destekçileri tarafından şov halinde sergileniyor.
Ancak işin aslı şu ki böyle kampanyalar yapmadan, öyle yüksekten konuşmadan önce acı gerçekleri bilmemiz gerekiyor. Gerçek şu ki Türkiye ekonomik olarak hiçbir şekilde toplu ve alenen boykot yapamayacak durumdadır. Aslında ülkemizdeki sektörlerin büyük kısmının reel sahibi yabancı yatırımcılardır. Mesela otomotiv endüstrisinin neredeyse tamamı yabancı yatırımcıların kontrolünde. Bankaların %90’ı yabancılara satılmış durumda. Ağır sanayi, petrol endüstrisi, kimya sanayi, çimento vb. hep yabancılar tarafından satın alındı.
Madencilik neredeyse yabancı sermaye tarafından yönetiliyor. İlaç firmalarının tamamı yabancılara satılmış durumda. En popüler yiyecek markalarının nerdeyse hepsi yabancı, kozmetik firmaları, su ve içecek firmaları, büyük market zincirleri hep yabancıların. Hatta son zamanlarda en çok satış yapan e-ticaret firmaları da hep yabancılara satıldı. İnternette yerli sanılan yabancı markalar diye aratırsanız hangi markaların yabancıların olduğunu çok net görebilirsiniz.
Yapılan büyük yatırımların ortakları, ana konsorsiyumlar hep yabancıların. Aslında hangisi yabancı demek yerine acaba hangisi yerli malı demek daha doğru bir hale gelmişken, haydi boykot yapalım demek akla abes bir yaklaşımdır. Doğu Türkistan’da yapılan zülüm karşısında Çin’e haddini bildirmek en büyük arzumuz, hatta hadi Çin mallarına boykot yapalım desek kaç ay dayanırız bilemem. Çünkü çokça ara mal, yedek parça vb. hep Çin’den ithal geliyor. Süveyş kanalı bir hafta kapalı kaldı diye bir sürü ürüne zam geldi çünkü Çin’den gelen ürünler gelemedi ya da geç gelecek. Kırılgan, birbirine çok bağlı bir ekonomik durum içerisindeyiz. Bu sebeple gündelik fikirler üretmek yerine geleceğe dair sağlam planlar yaparak doğru vaziyet almalıyız.
Yapılaması gereken şovmence boykotlar değildir. Yapılması gereken milli bir politika ile hareket ederek emin adımlar ile yıllar boyunca boş yere kaybettiğimiz mevzileri tekrar ele geçirmektir. Millî bir eğitim politikası ile ahlaklı, vatanperver gençler yetiştirmeliyiz ki geleceğimizin teminatı olsun. Bilim olmadan ayakta kalmamız mücadele etmemiz olanaksızdır, günümüzde kralların gücü bilgiye bağlıdır. Millî bir tarım politikası geliştirmek gereklidir, hani biz ilkokula giderken kendi kendine yeten ülkeyiz seviyesine tekrar ulaşmamız lazımdır, tüketim toplumu olmak yerine üretim toplumu olmak için neler yapabiliriz diye kafa yormalıyız. Milli ekonomik model geliştirmek, sanayi ve teknolojide millileşmek en büyük gerekliliktir. Yerli üreticiyi desteklemek, KOBİ’leri ayağa kaldırıp adil bir gelir paylaşımı için neler yapılması gereklidir diye çalışmalıyız.
Evet dünya adil değil ve hepimiz biliyoruz ki dünyada adalet dağıttığını iddia eden güçler asıl zalim olanlardır. Yani adaletin gücü değil güçlünün adaleti uygulanmaktadır. Fevri davranıp popülist yaklaşımlar ile günü kurtarmaya çalışmak ülkemize fayda değil zarar verir ve belki de sadece kendimizi avuturuz. Bize haksız davranan, bizi haksızca suçlayan bizlere hakaret eden herkese haddini bildirmek için can atmalıyız. Türklere katliam yapan cani Ermenilere karşı yapılanları Sözde Soykırım olarak tanıyan ülkeler; ABD, Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Ermenistan, Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, Şili, Suriye, Uruguay, Vatikan, Venezuela, Yunanistan’dır. Bu ülkelerin tamamına boykot mu uygulayacağız? Doğru olan yol en akıllı biçimde mücadele etmektir.
"Mustafa Kemal, İngilizleri yeninceye kadar Tanrıyı da İngiliz zannederdim"
Mahatma Gandhi