Kaybettiğin şeylere bakarak kendini üzme devam et, yaşam şakaya gelmez...

 

Yaşamak çok güzel...

Sağlık olsun yeter.

"Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın. Bir sincap gibi mesela, yani yaşamın dışında  ve ötesinde hiçbir şey beklemeden. Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.’’

Bazen günlerimizi her hangi bir sebeple mutsuz geçirebiliyoruz. Normalde çok keyif aldığımız bir tatlıdan ya da hoş bulduğumuz bir filmi izlerken çok güldüğümüz bir gösteriden o an aynı keyfi almayabilir ya da yalnız kalıp içimize dönmeye ihtiyaç duyabiliriz. Altındaki temel ihtiyacın fark edilip edilmemesine bakılmaksızın, hayatın akışında alışılmışın dışında hissetmek oldukça anlaşılırdır.

Yani düşündüğümüzde, hedef işleve yönelik her parçası ile kusursuz dizayn edilen otomatik bir makineye bile, kullanım ömrü boyunca birkaç kez arızalanma, yani olağan işlevinin ve alışılmış çalışma şeklinin dışına çıkma olasılığı tanımlanır.

Buna karşın, insan çok daha karmaşık bir sisteme ve üst düzey işlevlere sahiptir, bulunduğu bağlamı aktif olarak etkilerken bağlamdan da aktif olarak etkilenir. Bağlamı, yani hayatın akışını düşündüğümüzde; olumlu ve olumsuz olarak tanımlanan şeyler, dalgalanmalar, zorlandığımız-kolay hallettiğimiz-kontrolümüz dışındaki durumlar, keyifsiz-hoş anlar, yorgun-enerjik hissettiğimiz zamanlar bir arada süregelir.

Zaman zaman üzüntülü ve ağır hisler yaşadığımız, hayatın akışını bu şekilde tanımladığımız dönemler olur. Her şey bu ara pek de yolunda gitmiyor gibi görünebilir; güneşli ve parlak bir güne uyanmayabilir ya da uyansak bile parıltılı ışığı dahi rahatsız edici bulabiliriz.

Bazı günleri mutsuz geçirebilir, normalde yerken çok keyif aldığımız bir tatlıdan ya da izlerken çok güldüğümüz bir gösteriden o an aynı keyfi almayabilir ya da yalnız kalıp içimize dönmeye ihtiyaç duyabiliriz. Altındaki temel ihtiyacın fark edilip edilmemesine bakılmaksızın, hayatın akışında alışılmışın dışında hissetmek de davranmak da oldukça anlaşılır.

Şöyle basitçe düşündüğümüzde, hedef işleve yönelik her parçası ile kusursuz dizayn edilen otomatik bir makineye bile, kullanım ömrü boyunca birkaç kez arızalanma, yani olağan işlevinin ve alışılmış çalışma şeklinin dışına çıkma olasılığı tanımlanır.

Buna karşın, insan çok daha karmaşık bir sisteme ve üst düzey işlevlere sahiptir, bulunduğu bağlamı aktif olarak etkilerken bağlamdan da aktif olarak etkilenir. Bağlamı, yani hayatın akışını düşündüğümüzde; olumlu ve olumsuz olarak tanımlanan şeyler, dalgalanmalar, zorlandığımız-kolay hallettiğimiz-kontrolümüz dışındaki durumlar, keyifsiz-hoş anlar, yorgun-enerjik hissettiğimiz zamanlar bir arada süregelir.

İnsanın süregelen bu akıştaki devinime uyumu ve işlevselliği için, farklı duygu-düşünce-davranışlar içerisinde bulunmasının doğal olduğunu söyleyebiliriz. Deneyimleri, duyguları tüm yönleriyle kucaklayabilmenin önemini ise tıpkı evrenin kendi içindeki  dengeyi sağlamaya çalışmasına benzetebiliriz.

Tüm bunlar kulağa anlaşılır geliyor gibi dursa da bazen duyguları, yaygın olarak da üzüntü gibi olumsuz olarak tanımlanan duyguları anlamlandırmak ve olağan kabul etmek daha zor olabilmekte.

Örneğin; çok mutlu ve enerjik olan birinin hali çoğunlukla daha olağan kabul edebilirken, üzgün-mutsuz olan, keyifsiz hissettiği için canı birkaç gündür pek bir şey yapmak istemeyen birinin bu haline karşı, mizahla karışık da olsa, ‘Yine ne bu depresiflik?’, ‘Depresyonda mısın yoksa?’,  ‘İyice de melankolik oldun bu ara!’, gibi bir yaklaşım benimsendiğini gözlemlemek mümkün.

Öyleyse, bir üzüntü/keyifsizlikte bile, günlük konuşmalar içinde yaygın şekilde kullanılan bu depresyon denen şey nedir gerçekten?

Sadece istenmeyen bir ruh hali, üzgün olma durumu mu?

Aslına bakılırsa, üzüntü hali depresyonun olağan belirtilerinden yalnızca biridir; depresyon, üzüntüden daha fazlasıdır.

Üzüntü, depresyon değildir

Bilimsel çerçeveden anlaşılacağı üzere, üzüntü depresyon değildir. Üzüntü, kaybı veya hayal kırıklığı yaratan bir olumsuz olayı çarpıtmadan tarif eden gerçekçi algılar tarafından yaratılan, bir duygu akışı ve zaman sınırı olan “normal” bir duygudur; hayata derinlik katar (örnek; sevdiğimiz birini kaybettiğimizde onu özleyeceğimizi düşünmek).

Depresyon ise, çarpıtılmış düşüncelere neden olur (örnek; artık mutlu olamayacağımızı düşünmek) Ayrıca depresyon, kendine olan güvenin kaybedilmesine yol açarken, üzüntü bu öz-güven kaybını getirmez.

Peki yaşam üzüntü, sevinç mutluluk, kırılma, bütünleşme, heyecan, öğrenme, öğrenememe, kabul etme, etmeme, birçok duyguyu kapsarken değer mi şu kısacık hayatta üzülmeye?

Elbette ki üzüleceğiz insanız biz!

Ancak neye ne kadar üzüleceğimizi doğru yönetmeliyiz.

Çünkü benden de sizden de başka yok!

Kıymetlisin.

Hal böyleyken, gençlik yaşlılık kavramlarında son durumlar nedir?

Bures çalışmasında; '25-44' yaş aralığını genç, '45-54' yaş aralığını orta yaşlı, '55-64' yaş aralığını erken yaşlı ya da yaşlılığa giriş dönemi, '65-74' yaş aralığını yaşlılık dönemi, '75 yaş üstü' yaş aralığını da ihtiyarlık dönemi olarak sınıflamıştır.

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre ise 45-64 yaş arası dönem orta yaş, 65-74 yaş arası dönem yaşlılık, 75-89 yaş arası dönem ihtiyarlık, 90 yaş ve üstü yaş ise ileri ihtiyarlık olarak sınıflandırılmaktadır.

Gençlik bilseydi, ihtiyarlık yapabilseydi söylemi nafiledir. Zamanın kıymetini bilmek gerekir. Biz zaman ihtiyar biz zata sormuşlar, ihtiyarlık ile ilgili ne söylersin diye. Hayat bitti, keşke gençliğim yeniden gelseydi, ona ihtiyarlığımı şikayet ederdim, demiş…

İhtiyarlık kaç yaşında başlar?

Kristof Kolomb Amerika'yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda 50 yaşını çoktan aşmış durumdaydı. Pasteur kuduz asısını bulduğunda 60 yaşındaydı. Mimar Sinan, Süleymaniye Camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmişti. Selimiye Camisini tamamladığında ise 86 olmuştu. Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı. Charlie Chaplin, 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hâlâ işinin başındaydı. Goethe, en büyük eseri Faust'u ölümünden bir yıl önce, yani 82 yaşında bitirmişti. 83'dü.

Gençlik hayatın belli bir çağı ile ilgili değildir. İnsan, kendine olan güveni derecesinde genç, şüphesi derecesinde yaşlıdır. Cesareti derecesinde genç, korkuları derecesinde yaşlıdır. Ümitleri derecesinde genç, ümitsizliği derecesinde yaşlıdır.

Hiç kimse fazla yaşamış olmakla ihtiyarlamaz. İnsanları ihtiyarlatan, ideallerinin gömülmesi, hedeflerinin olmamasıdır. Seneler cildi buruşturabilir. Fakat heyecanların, ideallerin teslim edilmesi adeta ruhu buruşturur.

İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, halbuki hedeflerine götüren yolu yürümedikçe yaşlanırlar. İnsan ihtiyar olmaya karar verdiği gün ihtiyardır. Güzelliği görme yeteneğini kaybetmeyen asla yaşlanmaz.

Tabiri caiz ise yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar. Nefesiniz daralır ancak görüş alanınız genişler. Beynimiz yeni tecrübeler keşfettiği sürece insan genç sayılır.

Şimdi şöyle bana sayın okurum;

Hayata geç mi kaldık?

Hayır.....

Hiç de geç kalmadık!

Sağlıklı beslen, iyi uyu, spor yap, İlgi alanlarını genişlet...

Genç kal...