Bizim kuşak Erzincan Depremi’ni hatırlar. Dinar ve Ceyhan depremlerini hatırlar. Gölcük ve Düzce depremlerini hatırlar. Van, Bingöl, Elâzığ ve İzmir depremlerini de hatırlar. Şimdi ise Kahramanmaraş depremini gördük. 46 binden fazla insanımız diri diri enkaza gömüldü. Ancak yaşananları çok çabuk unutma ve ders almama gibi bir özelliğimiz var maalesef. Bu konuda balık hafızalı olmayı tercih ediyoruz ne hikmetse. Özellikle; büyük yıkım ve ölüme neden olan 1999 Büyük Marmara Depremi’ni bile hafızamızdan sildik. Sildik diyorum çünkü hatırlayıp önlem alsak, bugün Maraş merkezli 11 ilimizde bu acıları yaşamamış olacaktık. Çok şeyler konuşuldu, tartışıldı. Bu konuda tekrara düşmek istemem. Ama tekrarın faydalı olacağı, farklı bir bakış açısı ile meseleyi ele almak istiyorum.
1999 yılında da deprem tüm korkunçluğu ile yine bu coğrafyayı salladı. Ancak yaşananlar unutuldu. Depremle bir gün muhakkak yüzleşeceğimiz gerçeği sümen altı edildi. Ama bu coğrafyanın makus talihi deprem “Ben buradayım ve her an gelebilirim” diyordu. Ve geldi de… Yıktı… Kıtalar Anadolu üzerinde yine inatlaştı, hayaller ve hayatlar yok oldu… Yaşadığımız bu son felaket; depremin ulusumuz için en büyük güvenlik sorunu olduğu gerçeğini bir defa daha, tekraren, yeniden ve ısrarla gösterdi.
Maraş merkezli deprem sonrası şimdi herkes, Kuzey Anadolu Fay Hattı ve onun güney kolunda gerçekleşmesi artık çok daha yakın olan İstanbul Depremi’ne odaklandı ve bekliyor... Konunun uzmanı tüm isimler tehlikeye dikkat çekiyorlar. Bu fay hatları da Maraş’ta olduğu gibi çok sinsi ve tehlikeli. Bu kollarda gerçekleşecek depremlerden, Yalova’da çok ciddi şekilde etkilenecek. Bu fay hatlarında tarihte 9 şiddetinde depremler meydana gelmiş zamanında.
Ailece Gemlik’e yerleştiğimiz ve ortaokula başladığım 1988 yılına kadar çocukluğum Kütahya merkezde geçti. Kütahya’da depremsellik açısından aktif bir bölgeydi. Meşhur Gediz, Simav ve Emet fayları her kıpırdadığında; sarsıntıyla irkilen annem, kardeşimle beni kolumuzdan tutar ve telaşla hemen evden dışarı çıkarırdı. 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerini de iliklerimize kadar hissettik. Gemlik’te evimizin önünde, sahilde uzun günler boyunca kumsalda uyuduk, evlerimize giremedik. Ama sonra yine alıştık ve unuttuk.
99 depremi sonrası; Yurt Haber Ajansı Gemlik Muhabiri olduğum dönemde, Yalova Manşet Gazetesi’nin imtiyaz sahibi ve hali hazırda benim de kurulduğu günden bu yana üyesi olmaktan kıvanç duyduğum Yalova Gazeteciler Cemiyeti’nin dört dönemdir başarıyla başkanlığını sürdüren, deneyimli gazeteci sevgili Ayhan Polat ile bir fotoğraf sergisi açmıştık. Depremin yıl dönümünde ve yine bir 17 Ağustos günü açtığımız sergi; depremi Yalova’da yaşayan Ayhan Polat’ın objektifine yansıyan acı ve hüzün dolu anların yer aldığı fotoğraf karelerinden oluşuyordu. Fotoğraflarda ölümsüzleştirilen anlar; yaşananları tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyordu. Kiminde enkaza dönmüş binalar vardı. Kiminde yaşadığı tarifsiz acıların yüzüne yansıdığı depremzedelerin portreleri… Kiminde arama kurtarma ekiplerinin canhıraş enkaz altından canlı kurtarma mücadelesi vardı kiminde de çadır kentlerde yaşam mücadelesi veren Yalovalıların hayatından enstantaneler. Kiminde sağlık çalışanlarının Yalova Stadı’nın ortasına inen helikoptere sedyedeki yaralıyı nakletme telaşı vardı kimin de yan binanın duvarını kullanmaktan imtina etmeyen sahtekâr müteahhittin pervasız aç gözlülüğü… Velhasıl deprem adına ne yaşandı ise Yalova’da, dehşet, şok, acı, ölüm ve yaşam… Hepsi bu fotoğraflarda, sonraki nesillere aktarılmak üzere ölümsüzleştirilmişti Ayhan Polat tarafından. Kolombiyalı Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez der ki “Gazeteci, yaşadığı çağın tanığıdır” Ayhan Polat bu tanıklığı; depremin bütün dehşetli sonuçları ve deprem sonrası yaşanan karmaşa ortamında bile layıkıyla yapmıştı. Üstelik kendi de kurtarma çalışmalarında aktif rol almış, enkazdan depremzede bile çıkarmıştı. Fotoğrafları görünce Ayhan Başkan’a; “Muhakkak bu kareleri Gemlikliler de görmeli” demiştim. Sergiyi kısa sürede organize ettik. Amacımız insanların deprem konusunda farkındalığını artırmak, deprem gerçeğini dimağlarda diri tutmak ve tehlikeyi unutmamalarını sağlamaktı. Ne garip tesadüftür ki bu sergiyi açtığımız yer; Gemlik Belediyesi’nin eski başkanı Hakkı Çakır döneminde yapılan ve Başkan Refik Yılmaz döneminde depreme dayanıklı olmadığı gerekçesi ile yıkılan Gemlik Belediye Binası idi. Binanın alt katındaki meclis toplantı salonunun önündeki sergi salonunu seçmiştik mekân olarak. Köşeme taşıdığım fotoğraf o sergiye ait. Açık kaldığı üç gün boyunca Gemlik Halkı’ndan binlerce kişi ziyaret etmişti sergiyi. Anı defterlerine yazılanları aktarmaya kalksam, ciltler dolusu yazı yazmam gerekir. Beni en çok etkileyen şey ise sergiyi ziyaret eden ve gördüğü fotoğrafın önünde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayan Yalovalı depremzede bir bayan olmuştu. Deprem felaketi sonrası Gemlik’e taşındığını öğrendiğim bayan; yanına gidip kendisi ilgilendiğimde bana fotoğrafta yer alan bina enkazını göstererek “Ben bu binadan arama kurtarma ekipleri tarafından saatler sonra çıkarılabildim. Açılan işte şu delikten. Ama çok sayıda komşum benim gibi şanslı değildi. Hepsi öldüler” demişti.
O an anlamıştım… Çocukluktan beri yaşadığım depremler ve maruz kaldığım sarsıntıların; aslında depremin merkezinde olup, dehşete en şiddetli hali ile maruz kalanların yaşadıklarının yanında ne kadar hafif kaldığını… Fotoğrafta bir detaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Sergideki fotoğraflarda yer alan, yıkık bina enkazlarını ve arama-kurtarma çalışmalarını merakla inceleyen çocuklara odaklanın. 7-8 yaşındaki bu çocuklar şimdi 30’lu yaşlarında. Şimdi o yaşta çocukları var belki de her birinin. Peki o günden bu yana depreme hazırlık adına ne yapıldı? Elle tutulur hangi adımlar atıldı? Hiçbir şey yapılmadı demek elbette insafsızlık olur. Ama yapılanlar ne kadar yeterli oldu?
Şimdi yine depremi unutur ve hayat kurtaracak adımları atmazsak; 99’un çocukları olan şimdinin yetişkinleri ve onların evlatlarının da kaderi, yeni bir deprem sonrası açılan bir başka sergide, yine enkaz fotoğraflarına bakmak olacak. Ama bu defa baktıkları, kendi evlerinin fotoğrafları olacak. Eğer hayatta kalabilirlerse…
Ve tarih bu defa, depreme karşı önlem almayanları asla affetmeyecektir.
Depremi engelleyemeyiz belki ama unutmayıp, tedbir alıp, hazırlıklı olabiliriz. Kalın Sağlıcakla…