Sene 1993...

Basın sektöründe genelde; televizyoncular, radyocular veya dergi ve ajans çalışanları önce gazetecilik yaptıktan sonra bu alanlara kayar ve oralarda ihtisaslaşırlardı. En azından o yıllarda bu yöntem daha yaygındı. Ben ise mesleğe 1993 yılında, tabiri caizse göbekten giriş yapmıştım. Gemlik TV isimli yerel televizyon kanalında alaylı olarak mesleğe atıldım. O yıllarda Bursa merkezde bile yerel TV kanalı yoktu. Karasal verici ile yayın yapıyorduk. Çok genç yaşta olmama karşın TV’de program yapıyor, haber sunuyor, muhabirlik, kameramanlık yapıyor ve montaj masasına oturuyordum. Kısacası her işe koşturuyordum. Kanalın sahibi ve kurucusu muhterem babam Mustafa Demirok idi.

Kendisi İTÜ Elektronik ve Haberleşme Bölümü mezunu idealist bir mühendis olduğu için bu konuda çok istekli ve mücadeleci idi. Televizyon işini bir maddi kazanç kapısı olarak görmüyordu. Üniversite yıllarında ihlas ve samimiyeti gönül mimarı Mehmet Zahid Kotku'nun, aksiyon insanı olmayı Üstat Necip Fazıl Kısakürek'in ve mücadeleciliği ise Mücahit Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın bizzat dizlerinin dibinde öğrenmişti. Bu yüzden bu işi, bir hizmet ve hayırda yarışma fırsatı olarak değerlendirmek istiyordu. Mesleğe başladığımız o yıllarda henüz çok genç olmamız hasebiyle daha işin ağır sorumluluğundan yeterince haberdar değildik. Ama çok çabuk öğrenip, bu imkanı iyi değerlendirip, adeta bir sıçrama tahtası olarak kullandık. Mesleki yeteneğimin de da bunda payı büyüktü sanırım. İşe baba mesleği olarak başlamak bir avantajdı benim için.

İki seneye yakın süren TV tecrübesi sonrası, radyoculuk ve çeşitli ajansların muhabirliğinin ardından, süreci tersine ilerletmede sona gelip, 1998 yılında Gemlik'in ilk ofset basım tekniği ile hazırlanan fotoğraflı yerel gazetesini çıkaran ekipte yer aldım. İlk diyorum çünkü o yıllarda yerel gazeteler; dönemin gazete çıkaran matbaalarında bu teknolojik imkanlar olmasına karşın, hâlâ tipo makinelerde hurufat ile basılıyor, gazeteler fotoğrafsız yayınlanıyor ve sadece şehrin bir iki önemli ismi ile mülki erkânın fotoğrafı için ise klişe kullanılıyordu. Bizim ardımızdan hepsi ofset basım tekniğine geçmek zorunda kaldılar. Yerel TV’de olduğu gibi yerel gazetede de ilçenin basın konusunda ilklerine imza atma şansını bir kez daha elde etmiştik. Basılı medya ve internet medyası kavramlarını konuştuğumuz ve dijital dönüşümü iliklerimize kadar hissettiğimiz bugünün 2023 yılından o günlere bakınca, insan tebessüm etmeden yapamıyor doğrusu. Gerçi şehrin ilk şehir portalını kuran ekipte yer alma şansını da yakalamış olsam da şu anki dijital medya ve özellikle sosyal medya alanındaki gelişmeleri hayret ile seyrediyorum. Çektiğimiz fotoğraflara birkaç kişi daha sokmanın mücadelesini verip, yüksek tiraj için 50-100 adet fazladan gazete sattırmak için çaba gösterilen yıllardan, 3-5 milyon defa izlenen video görüntülerine ulaştığımız dönemleri yaşıyoruz artık…

Yerel gazetecilik konusunda da oldukça deneyim elde ettiğim 1999 yılında, Hürriyet Gazetesinde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin "Yerel Medya Ödülleri Yarışması" ilanını gördüm. O dönemde yaptığım bir haberin tam da bu yarışmaya uygun olduğu fikri hasıl oldu bende. 1.800'lü yıllarda ‘Papaz Okulu’ olarak inşa edilen eski bir Rum binası, halk eğitim merkezi kurs binası olarak kullanılıyor ve onlarca branşta yüzlerce kursiyer burada eğitim görüyordu. Defalarca ilgili kurumlarca “Her an yıkılabilir, yangın anında büyük can kaybı yaşanabilir” raporlarına rağmen akıl almaz bir aymazlık ve ısrarla 200 yıllık bu ahşap binada gerekli önlemler alınmadan eğitime devam ediliyordu. Bu vahim durumu gazete olarak manşetten verdiğimiz “Ölüm Tehlikesi Altında Eğitim” başlıklı haberin yer aldığı gazete nüshasıyla hemen yarışmaya müracaat ettim. Bir süre sonra sonucu, şu an 212’den ‘emekli’ olan Türkiye'nin en büyük şehir gazetelerinden Bursa Olay Gazetesi’nin o dönemki Gemlik muhabiri sevgili ağabeyim Cemal Kırgız'dan aldım. O neticeyi benden önce öğrenmişti. Beni evden arayıp heyecanla "Oğlum ne yaptın sen? Bölge bile değil, direkt haber merkezinden aradılar. TGC'nin yarışmasında Türkiye ikincisi olmuşsun. Hemen buluşalım. Acilen yarın için haber yapmam lazım." deyince, alelacele ofisinde buluştuk. Kıdem, yaş ve deneyim olarak benden çok ileride olan Cemal abi fotoğraflarımı çekiyor ve benden yarışma ile ilgili bilgi alıyordu. Haberi yazarken kullandığı daktilonun, ucundaki harfleri kağıda vuran kollarının şakırtısına, fotoğrafımı çektiği dia film takılı makinenin deklanşör ve perde sesleri karışıyor, ben ise yüzüme patlayan flaş ışığının eşliğinde, mesleğe yıllarını vermiş bir emektarın karşısında, 21 yaşında genç bir gazeteci olarak biraz da mahcup bir halde detayları anlatıyordum. Haber yazma işi bitince, fotoğraf makinesini fermuarlı siyah ışık geçirmez kumaş torbasına koydu. Lastikli yerlerinden kollarını sokup, içeride makinesindeki filmi kesip, yine siyah ışık geçirmez film kutusuna yerleştirip torbadan çıkardı. Zarfa koyduğu filmi de bana verip "Hadi aslanım, Bursa'ya giden ilk belediye otobüsüne ver bu zarfı. Aracın plakasını da bana haber et. Yarın çok sayıda Olay Gazetesi almayı da unutma" dedi ve bizim röportaj bitti. O zamana kadar farklı mecralarda yüzlerce haber yapmış biri olarak kendime ait fotoğraflı haberimi, ertesi gün gazetede görünce genç bir gazeteci olarak çok mutlu olmuş, tarif edilemez duygular yaşamıştım.

Ardından TGC benimle irtibata geçti ve ödül töreni için tarih ve yer bildirdi. Ödül töreni için Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin merkezinin yer aldığı İstanbul Cağaloğlu'ndaki cemiyet binasına gittim. Tören her bir karışı tarih kokan binadaki Burhan Felek Konferans Salonu’nda idi. 250 kişilik konferans salonu hınca hınç dolu. Cemiyet Başkanı merhum Nail Güreli, protokol üyeleri, duayen isimler, ünü yaygın gazeteciler, töreni haber yapmaya gelmiş medya mensubu gazeteci ve televizyoncu emekçiler…

Herkes orada. İlk şoku atlattıktan sonra hemen dereceye girenleri masa üzerinde yer alan plaketlerde yazan isimlerden inceledim. Dereceye giren tek ilçe gazetesi temsilcisi olarak kendi ismimi gördüm. Birinci meşhur medya patronu Sabah Gazetesi’nin de sahibi olan Dinç Bilgin’e ait İzmir Yeni Asır Gazetesi'den Mehmet Şakir Örs’ün yazı dizisi idi. “Türkiye’nin en köklü gazetesi” sloganıyla yayın yapan ülkenin en eski gazetesinin hemen ardından ikinci olmak beni çok mutlu etmişti.

Gemlik Egemen Gazetesi'ndeki haberi ile ikinciliği elde eden bu fakirin ardından üçüncü ise hemşehrim Konya Anadolu Manşet Gazetesi'nden Ali Sakal olmuştu. İlk üçte iki Konyalı gazeteci. Çok şaşırmış ve sevinmiştim ki mansiyon ödüllerinden birinin de Konya Yeni Gazete'den Ayşe Bağrıaçık'a ait olduğunu öğrenince, şaşkınlığım ve sevincim daha da arttı.

Hele hele ödülümü dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Konyalı hemşehrimiz Ali Müfit Gürtuna'nın elinden alınca, sevincim artık zirve yapmıştı. O gün orada hissettiğim sevinç, heyecan ve mutluluğu asla unutamam.

Kalın sağlıcakla…

[email protected]

Sene 1993...

Basın sektöründe genelde; televizyoncular, radyocular veya dergi ve ajans çalışanları önce gazetecilik yaptıktan sonra bu alanlara kayar ve oralarda ihtisaslaşırlardı. En azından o yıllarda bu yöntem daha yaygındı. Ben ise mesleğe 1993 yılında, tabiri caizse göbekten giriş yapmıştım. Gemlik TV isimli yerel televizyon kanalında alaylı olarak mesleğe atıldım. O yıllarda Bursa merkezde bile yerel TV kanalı yoktu. Karasal verici ile yayın yapıyorduk. Çok genç yaşta olmama karşın TV’de program yapıyor, haber sunuyor, muhabirlik, kameramanlık yapıyor ve montaj masasına oturuyordum. Kısacası her işe koşturuyordum. Kanalın sahibi ve kurucusu muhterem babam Mustafa Demirok idi.

Kendisi İTÜ Elektronik ve Haberleşme Bölümü mezunu idealist bir mühendis olduğu için bu konuda çok istekli ve mücadeleci idi. Televizyon işini bir maddi kazanç kapısı olarak görmüyordu. Üniversite yıllarında ihlas ve samimiyeti gönül mimarı Mehmet Zahid Kotku'nun, aksiyon insanı olmayı Üstat Necip Fazıl Kısakürek'in ve mücadeleciliği ise Mücahit Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın bizzat dizlerinin dibinde öğrenmişti. Bu yüzden bu işi, bir hizmet ve hayırda yarışma fırsatı olarak değerlendirmek istiyordu. Mesleğe başladığımız o yıllarda henüz çok genç olmamız hasebiyle daha işin ağır sorumluluğundan yeterince haberdar değildik. Ama çok çabuk öğrenip, bu imkanı iyi değerlendirip, adeta bir sıçrama tahtası olarak kullandık. Mesleki yeteneğimin de da bunda payı büyüktü sanırım. İşe baba mesleği olarak başlamak bir avantajdı benim için.

İki seneye yakın süren TV tecrübesi sonrası, radyoculuk ve çeşitli ajansların muhabirliğinin ardından, süreci tersine ilerletmede sona gelip, 1998 yılında Gemlik'in ilk ofset basım tekniği ile hazırlanan fotoğraflı yerel gazetesini çıkaran ekipte yer aldım. İlk diyorum çünkü o yıllarda yerel gazeteler; dönemin gazete çıkaran matbaalarında bu teknolojik imkanlar olmasına karşın, hâlâ tipo makinelerde hurufat ile basılıyor, gazeteler fotoğrafsız yayınlanıyor ve sadece şehrin bir iki önemli ismi ile mülki erkânın fotoğrafı için ise klişe kullanılıyordu. Bizim ardımızdan hepsi ofset basım tekniğine geçmek zorunda kaldılar. Yerel TV’de olduğu gibi yerel gazetede de ilçenin basın konusunda ilklerine imza atma şansını bir kez daha elde etmiştik. Basılı medya ve internet medyası kavramlarını konuştuğumuz ve dijital dönüşümü iliklerimize kadar hissettiğimiz bugünün 2023 yılından o günlere bakınca, insan tebessüm etmeden yapamıyor doğrusu. Gerçi şehrin ilk şehir portalını kuran ekipte yer alma şansını da yakalamış olsam da şu anki dijital medya ve özellikle sosyal medya alanındaki gelişmeleri hayret ile seyrediyorum. Çektiğimiz fotoğraflara birkaç kişi daha sokmanın mücadelesini verip, yüksek tiraj için 50-100 adet fazladan gazete sattırmak için çaba gösterilen yıllardan, 3-5 milyon defa izlenen video görüntülerine ulaştığımız dönemleri yaşıyoruz artık…

Yerel gazetecilik konusunda da oldukça deneyim elde ettiğim 1999 yılında, Hürriyet Gazetesinde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin "Yerel Medya Ödülleri Yarışması" ilanını gördüm. O dönemde yaptığım bir haberin tam da bu yarışmaya uygun olduğu fikri hasıl oldu bende. 1.800'lü yıllarda ‘Papaz Okulu’ olarak inşa edilen eski bir Rum binası, halk eğitim merkezi kurs binası olarak kullanılıyor ve onlarca branşta yüzlerce kursiyer burada eğitim görüyordu. Defalarca ilgili kurumlarca “Her an yıkılabilir, yangın anında büyük can kaybı yaşanabilir” raporlarına rağmen akıl almaz bir aymazlık ve ısrarla 200 yıllık bu ahşap binada gerekli önlemler alınmadan eğitime devam ediliyordu. Bu vahim durumu gazete olarak manşetten verdiğimiz “Ölüm Tehlikesi Altında Eğitim” başlıklı haberin yer aldığı gazete nüshasıyla hemen yarışmaya müracaat ettim. Bir süre sonra sonucu, şu an 212’den ‘emekli’ olan Türkiye'nin en büyük şehir gazetelerinden Bursa Olay Gazetesi’nin o dönemki Gemlik muhabiri sevgili ağabeyim Cemal Kırgız'dan aldım. O neticeyi benden önce öğrenmişti. Beni evden arayıp heyecanla "Oğlum ne yaptın sen? Bölge bile değil, direkt haber merkezinden aradılar. TGC'nin yarışmasında Türkiye ikincisi olmuşsun. Hemen buluşalım. Acilen yarın için haber yapmam lazım." deyince, alelacele ofisinde buluştuk. Kıdem, yaş ve deneyim olarak benden çok ileride olan Cemal abi fotoğraflarımı çekiyor ve benden yarışma ile ilgili bilgi alıyordu. Haberi yazarken kullandığı daktilonun, ucundaki harfleri kağıda vuran kollarının şakırtısına, fotoğrafımı çektiği dia film takılı makinenin deklanşör ve perde sesleri karışıyor, ben ise yüzüme patlayan flaş ışığının eşliğinde, mesleğe yıllarını vermiş bir emektarın karşısında, 21 yaşında genç bir gazeteci olarak biraz da mahcup bir halde detayları anlatıyordum. Haber yazma işi bitince, fotoğraf makinesini fermuarlı siyah ışık geçirmez kumaş torbasına koydu. Lastikli yerlerinden kollarını sokup, içeride makinesindeki filmi kesip, yine siyah ışık geçirmez film kutusuna yerleştirip torbadan çıkardı. Zarfa koyduğu filmi de bana verip "Hadi aslanım, Bursa'ya giden ilk belediye otobüsüne ver bu zarfı. Aracın plakasını da bana haber et. Yarın çok sayıda Olay Gazetesi almayı da unutma" dedi ve bizim röportaj bitti. O zamana kadar farklı mecralarda yüzlerce haber yapmış biri olarak kendime ait fotoğraflı haberimi, ertesi gün gazetede görünce genç bir gazeteci olarak çok mutlu olmuş, tarif edilemez duygular yaşamıştım.

Ardından TGC benimle irtibata geçti ve ödül töreni için tarih ve yer bildirdi. Ödül töreni için Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin merkezinin yer aldığı İstanbul Cağaloğlu'ndaki cemiyet binasına gittim. Tören her bir karışı tarih kokan binadaki Burhan Felek Konferans Salonu’nda idi. 250 kişilik konferans salonu hınca hınç dolu. Cemiyet Başkanı merhum Nail Güreli, protokol üyeleri, duayen isimler, ünü yaygın gazeteciler, töreni haber yapmaya gelmiş medya mensubu gazeteci ve televizyoncu emekçiler…

Herkes orada. İlk şoku atlattıktan sonra hemen dereceye girenleri masa üzerinde yer alan plaketlerde yazan isimlerden inceledim. Dereceye giren tek ilçe gazetesi temsilcisi olarak kendi ismimi gördüm. Birinci meşhur medya patronu Sabah Gazetesi’nin de sahibi olan Dinç Bilgin’e ait İzmir Yeni Asır Gazetesi'den Mehmet Şakir Örs’ün yazı dizisi idi. “Türkiye’nin en köklü gazetesi” sloganıyla yayın yapan ülkenin en eski gazetesinin hemen ardından ikinci olmak beni çok mutlu etmişti.

Gemlik Egemen Gazetesi'ndeki haberi ile ikinciliği elde eden bu fakirin ardından üçüncü ise hemşehrim Konya Anadolu Manşet Gazetesi'nden Ali Sakal olmuştu. İlk üçte iki Konyalı gazeteci. Çok şaşırmış ve sevinmiştim ki mansiyon ödüllerinden birinin de Konya Yeni Gazete'den Ayşe Bağrıaçık'a ait olduğunu öğrenince, şaşkınlığım ve sevincim daha da arttı.

Hele hele ödülümü dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Konyalı hemşehrimiz Ali Müfit Gürtuna'nın elinden alınca, sevincim artık zirve yapmıştı. O gün orada hissettiğim sevinç, heyecan ve mutluluğu asla unutamam.

Kalın sağlıcakla…

[email protected]