Çocukluğumuzda bir bakkal amca vardı hayatımızda, sevgisini nakış nakış gönüllerimize işlediğimiz. Bizim mahalledeki bakkal amcanın dükkânında fazla çeşit yoktu. Çay, şeker, tuz, kibrit, makarna, kurabiye, akide şekeri, lüküs memesi, idare lambası, şişeli gaz lambası vs...
Bakkal amcanın çeşidi az olsa da dükkânında, mahallenin tamamını içine sığdırdığı geniş bir gönlü vardı. O sadece bir mahalle bakkalı değildi. Aslında verdiği hizmetle mahallenin ta kendisiydi. Bir sıkıntısı olan kapısını çalar borç para isterdi. Peşin alışveriş ise çok nadir olurdu. Bir kısım alış veriş ise takas usulü yapılırdı.
Versiye defteri mahalleli ile bakkal amca arasındaki en kuvvetli bağlardan biriydi. En iyimser ihtimalle aydan aya borcunu kapatırdı maaşlı üç beş kişi. Büyük bir bölümü ise ya fındık harman zamanı borcunu öderdi ya da kurbanda satacağı bir hayvanın parasıyla. Her hanenin veresiye defterindeki künyesi defter dolduğundan bazen birkaç defa defterden deftere aktarılırdı. Bu durum mahalleli ile bakkal amca arasında en küçük bir sorun bile oluşturmazdı.
Bazen borcunu ödeyemeden fani dünyadan göç edenlerin sayfasına ise , ‘’hakkın sana helal olsun’’ diyerek bir not düşerdi bakkal amca. Evlatlarından biri gelip borcu ödese de ödemese de bu durum tam bir sır küpü gibi saklanırdı.
Alacak yüzünden kimsenin kapısını çalmazdı bakkal amca. Ne senet bilirdi o dönemi yaşayanlar, ne tefeci, ne mahkeme, ne de avukat. Bütün bir mahallenin derdini kendisine bir mutluluk yükü olarak bir ömür boyu taşırdı. Çocukluğumda annem eşime üç beş yumurta tutuşturup Çaykur’un 100 gr’lık çaylarından bir paket almak için bakkal amcaya gönderirdi beni. Yumurtalar çayın fiyatını zor karşılardı. Belki de karşılamazdı. Bakkal amca çayı benim elime tutuştururken benim gözlerim cam kavanoz içerisindeki rengârenk akide şekerlerine takılırdı. Bakkal amcanın yüzünde bir tebessüm belirirken eliyle cam kavanozun kapağını açar ve birkaç tane akide şekerini verirdi bana.
Nadir de olsa peşin para ile alış veriş eden olurdu. Paranın küsuratı hiçbir zaman alınmazdı. Her defasında herkesten elli iki lira yerine elli lira alınırdı. Bakkal amca mahallenin kalbi gibiydi. Her hanenin derdini, kederini, sevincini bilirdi. Ama dedik ya bunların tamamı gönül denen bir sır küpünün içerisinde ebedi kilitliydi.
Aileler arasında bir sorun olunca bakkal amca kırmadan, dökmeden, taraf tutmadan nazik bir şekilde devreye girerdi. Onu kırmak ise mümkün değildi. 60 yaşını geçmiş bizler için bakkal amcanın gönlümüzde bıraktığı sevginin sıcaklığı, hala gönlümüzün en güzel köşesinde bizleri ısıtıyor. İnsana, insanlığa, sevgiye, saygıya, dostluğa dair ne varsa bakkal amcanın terazisinin iki kefesini doldururdu. Peki, ya şimdi?
Mahallemizin her köşesini bir ahtapotun kolları gibi AVM’ ler sardı. Bir ömür boyu derdimizi kendisine dert eden bakkal amcayı yavaş yavaş terk ettik. Alış veriş sonrası AVM’ deki kasiyer ‘’doksan lira beş kuruş’’ deyince gönlümüze bir hançer saplanıyor. AVM ile ilişkimizin değerinin beş kuruş bile etmediğini anlıyoruz. Şimdi arkadaşlarımla dağlara doğru bir geziye gitsem içerinde mutluluk küfü kokan yol üzerindeki son nefesini vermekte olan bir mahalle bakkalına uğrarım. Oradan ihtiyacım olsun ya da olmasın çocukluğumdan beri içimde yaşattığım mahalle bakkalının sıcaklığı ve samimiyeti ile alış veriş yaparım.
Bir ömür boyu bizi biz yapan değerlerimizin hayatımızdan bir bir yok olmasına seyirci kalırken, bu gün özlediğimiz ve bir daha asla yaşayamayacağımız o mutlu günleri kendi ellerimizle toprağa gömdüğümüzün farkına varmıyoruz bile. Doğa boşluk kabul etmiyor. Bir şey yok olurken yerini başka bir şey dolduruyor. Bizler, geçmişte Anadolu’mun dağ yamaçlarında yokluk içerisinde kekik kokulu bir köyde yakaladığımız mutluluğu, şimdi varlık içerisinde kaybettiğimiz şehirlerde arıyoruz.
Geçmişte bir avuç insanla oluşturduğumuz o mutlu kalabalıkları, şimdi on binlerce insanın yaşadığı şehirlerin sokaklarında yapayalnız yaşayarak arıyoruz. Hoşça kalın, mutlu kalın.