İçinde bulunduğumuz zaman diliminde çok hızlı bir değişimi yaşıyoruz. Pandemi ile başlayan süreçte küresel ısınmanın etkileri ile orman yangınları, sel baskınları ile içimiz adeta yandı. Dünyanın her bir köşesinde meydana gelen olumsuzluklar ile haber programlarını bazen kapatmak zorunda kalıyorum. İnsanlık her yönüyle bir kara tablo karşısında. Kötümser bir insan değilimdir, lakin seller, orman yangınları, depremler gibi doğa olaylarının yanında savaşlardan dolayı insanoğlunun zor bir sınav sürecinden geçiyor olması hepimizin hayata odaklanmasında sıkıntıları getiriyor.
Evet, Karadeniz bölgesinde Rize, Artvin’den sonra Sinop ve Kastamonu illerinde sellerden dolayı yaşananlar derinden üzüyor. Küresel iklim değişikliği yaşamımızın pek çok alanında etkisini gösteriyor. Mevsimler adeta iç içe geçmiş durumda. Kışın kavurucu sıcaklar, yazın yağmur ve mevsim normalleri altında ısı. Mevsim geçişleri ortadan kalktı, yaz ve kışı birlikte yaşıyoruz adeta. Küresel iklim değişikliği yağış rejiminin de değişmesine neden oldu. Anlık ve kuvvetli yağışlar, taşkınlar, seller gündemimizde. Tarım alanları, yerleşim yerleri, altyapı zarar görür hale geldi. Yıllık maliyeti 100 milyon dolara varan maddi kayıplarımız söz konusu. Hatta ölümler kentlerimizde olabiliyorsa konu üzerinde derinlemesine analiz yapılması gerekliliği kendisini gösteriyor. Daha kırsal alanlarda ise dere kenarları ve dere yatakları üzerindeki yerleşim alanları her yağışta vatandaşımız zarar görür halde. Karadeniz bölgesinde dere üzerine yarısını, kalan yarısını da toprak üzerine apartman diken vatandaşımıza söylenecek kelime bulamıyorum. O vatandaşımızdan önce yerel yönetimlerin imar ile ilgili teknik sorumlularına söylenecek iki çift lafım olacak elbette. Vatandaş kendi bakış açısı ile menfaati gibi gördüğü konuda gereğini yaparken diğer tarafta teknik ve bilimsel hatta yasal görevi gereği neden böyle örneklere yerel yönetimler izin verir, göz yumar? Sonrasında oluşan topyekûn zararın sorumluluğu vatandaşta değil bu yetkili ve etkililerdedir.
Çok şey konuşuldu, yazıldı, lakin yapılan ve yapılacak çok şey var. Ama öncelikle yapılmaması gerekenlere taviz verilmemelidir. Dere yataklarının ve rögarların, yağmur suyu kanallarının yeterli oranda oluşu, temizliği, suyun akışının engelleyici unsurların ortadan kaldırılması gibi pek çok mikro bazda üzerinde durulması gereken konu var. Makro planda taşkın haritaları, tahminleri,taşkın havza ve iklim parametrelerinin güncellenmesi,taşkın önleyici yapılar, koruma projeleri, stratejik politika ve uygulamalar, dere yataklarının ıslahı, eğimli arazilerin ağaçlandırılması, drenaj planlama ve uygulamaları, erken uyarı sistemleri,akarsu yataklarının doğal akış dengesinin korunması, denizle birleşim yerlerinin temiz ve açık tutulması, taşkın sularının kısa zamanda deşarj edilmesi başlıklarında yapılması gereken işlemleri sıralayabiliriz. Her yerleşim yerine göre değişecek ölçekte ve maliyette olan bu çalışmalar önümüzdeki yılların belirleyicisi olacaktır.
Hayatın parametreleri değişti artık. Yerel yönetimlerin değişen yağış rejimi ve ani oluşan yağmurun metrekareye düşeceği miktarlardaki olağanüstü artışları öngörüp altyapının yenilenmesi ve yağmur sularının bertaraf edilmesi için mevcut durumun değerlendirilmesi ve revize edilmesi gerekliliğini dikkatlerinize sunmak istiyorum. Her şeyden önce insan sağlığı, sonrasında maddi kayıplar ve tarımsal alanların karşı karşıya olduğu riskler öncelikle ve ivedilikle seferberlik içerisinde ele alınmalı diye düşünüyorum. Suyun akıp gitmesi kadar zoruma giden bir konu yok. Yağmur sularının sulama amaçlı kullanımı üzerinde kafa yorulmalıdır. “Yeşil Çatı” uygulamalarının artması gerekiyor. Çatılarımız toprakla buluşturup sebze meyve yetiştirmek hem bireysel olarak hobi bahçemiz ile sağlıklı yaşamanın, sevdiğimiz bir iş yapmanın mutluluğunu verecektir, hem de yağmur sularının sokaklara giden kısmında azalışa neden olacaktır. Elbette kentlerimizdeki yeşil alanların çok olması önem arz etmekte. Beton ve asfalt kıskacında doğa ne yapsın? Yağmur ne yapsın?
Özetlersek artık farklı parametreler ile altyapı ve yağmur suları değerlendirilmeli ve buna göre tekrar değerlendirilerek fiziki iyileştirme yapılmalıdır. Yoksa her yağmur yağdığında oluşan zararlar geri dönülemez riskleri ve kayıplara neden olacaktır. Peyzaj ve süslü kentler yerine altyapısı iyi olan kentler olmalıdır. Yağmur suyunu toprak ile, deniz ile kısa zamanda buluşturamayan kentlerin kayıpları her geçen yıl artmasına dur demeliyiz. Şimdiye kadar yapılan her şeyin tekrar güncellenmesi ve sorgulanması gibi radikal söylem ayakları yere basan bir söylemdir.
Başka bir yazımda buluşana kadar kalın sağlıcakla…