20. Yüzyılın henüz başıydı

 

Nil deltasında bir çocuk dünyaya geldi: Hasan el Benna…

Kim bilebilirdi ki çağın en büyük devrimcisi olacağını!

Benna, henüz 6’sındayken kendini ilme verdi. Yüce Kitabı ezberlediğinde 10’undaydı. Çünkü biliyordu ki, Vahiy’den bağımsız bir yaşantı, kurudur, renksizdir, neşesizdir, cansızdır, heyecansızdır.

“Gayem Allah, Önderim Resulullah, Düsturum Kur’an” derken de, nasıl bir gençlik yaşayacağının ipuçlarını veriyordu.

13’ünde, İngilizleri Mısır’ın bağrından atmak için verilen mücadelede en ön saflardaydı.

20’sinde bir ilkokul öğretmeni olarak İsmailiye’ye gittiğinde İngiliz emperyalizminin hücrelere nüfuz eden acı tesirlerini gördü.

Siyaset, ticaret, kültür ve sosyal yaşam tam bir abluka altındaydı. “Müslüman zalime esir olmaz” şuuruyla, tarım ve inşaat işçileriyle bir araya geldi, kahvehanelerde okey masalarından kaldırdığı genç adamlardan “Nasıl bir mücahit yetişirmiş!” gösterdi.

Taş dizebilen, kağıt oynayabilen, zar atabilen bir insan, Allah’ın verdiği zekanın idrakinde değildi, sadece. İşte Benna, farkındalık eğitimiyle, “Davana faydalı birisi olabilirsin” mesajı veriyordu.

6 adam tarihe yön verecek, mazlumlara nefes olacak bir kararı vermek üzere toplandılar. Lider de isim belli idi! “Müslüman Kardeşler”

‘İki kılıç arasına yerleşen Kur’an’ amblemi, ilimle cihadın senteziydi.

Her Mısırlının aidiyet duyacağı güçlü bir teşkilat modeliydi, İhvan!

“Müslüman Kardeşler sünni bir yöntem, tasavvufi bir hakikat, siyasal bir örgüt, sportif bir grup, bilimsel ve kültürel bir irtibat, ekonomik bir girişim ve toplumsal bir bağ”

İhvan’da statüko yoktu, olamazdı. Genel Mürşid 2 yıllığına seçiliyor, 11 kişilik Rehberlik Konseyi Mürşid’i kontrol ediyor, Bölge ve Mahalli Komiteler, anasınıflarından itibaren her Mısırlıya görev, yetki ve sorumluluk veriyor; gıpta edilecek bir sosyal ağ kuruyordu.

Bir anda 2 milyon üyeye, 20 milyon gönüllüye ulaşıyordu.

Benna’nın 43 yıllık cihad dolu yaşamı şehadetle sonlanıyor; İngiliz artığı rejimin kolluk kuvvetleri yaylım ateşine tutuyor, sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor; cansız bedeninden bile korkuyorlardı.

Benna’yı babası ve kız kardeşleri defnediyordu. Mehmet Akif’in cenazesine ‘yasak’ getiren CHP Türkiye’sini aratmıyordu.

Abdülkadir Udeh, İhvan’ın bayrağını dalgalandıran İslam Hukukçusuydu. Mücahidleri beraat ettirince şimşekleri üzerine çekiyor, Nasır’a yönelik suikast girişiminden sorumlu tutuluyordu.

“Özür dilersen Nasır seni affedecek” teklifine, “Bir Müslüman, bir zalimden asla af dilemez” tarihi cevabını veriyordu.

Udeh, Benna kardeşinin yanındaydı, artık.

İhvan, kişiyi değil davayı önceleyen bir lider kadrosu idi. İnsanlar fani, dava baki idi.

Seyyid Kutub, Benna’nın Risaleleri’ni daha da zirveye taşıyarak Yoldaki İşaretleri/Fi Zılalil Kur’an’ı yazıyor, 12 yıllık zindan hayatı ‘şerefli bir son’ ile noktalanıyordu.

İhvan için tek gaye, Kur’an Toplumu idi. Her şehadet haberi, gürül gürül akan bir nehir gibi milyonları İhvan saflarına çekiyordu.

Nasır ve Necib, batılı seçmişler, imtihanı kaybetmişlerdi. Şimdi Sedat’a verilen bir misyon vardı: ‘Büyük İsrail’e taşeronluk yapmak!’

Camp David’de Siyonizmin kirli ellerini sıkarken, çıldırmış bir delinin son demlerini yaşıyor, paranoyak ruh halini dışa vuruyordu.

Sedat, rezil bir akıbeti yaşamış, sonsuza kadar halkının lanetine uğramıştı. Mübarek “Ben daha çetin cevizim” diye ortaya çıkmış, Nil nehri kan ve gözyaşı akıtmıştı.

Hz. Musa soylular, Firavunun soysuzlarıyla amansız bir mücadele içindeydiler. Müslüman Kardeşler, öyle diri bir yapıydı ki, milyonlarca üyesiyle bir anda plan değiştirebiliyor, program ise bütün estetiğiyle korunuyordu.

İhvan, tebliği canlı tutmak için tüm tabelalara ulaşıyor, sağ sol demeden her grupla ‘İyilikte ittifak’ yapabiliyordu. Bu manevra yapısıyla Mısır Meclisi’nde daima var olmuştu.

Arap Baharı, İhvan’a altın bir fırsat sunmuş, dinamo gücüyle Mısır’ın tüm alanlarını doldurmuş; adalet eşitlik özgürlük güvenlik çağrısını yüksek perdeden dillendirmişti.

Mübarek’in kirli çorapları açığa çıkmış, ülkenin kanını emen adi bir vampir olarak kodesi boylamıştı. İhvan, liderini Mısır Sultanı yapmış, mücadeleyi taçlandırmıştı.

Mursi, iki turlu seçimden de, “Diktaya karşı” oyları artırarak çıkmıştı. İlk iş, uğruna binlerce Müslüman Kardeşler Mücahidinin şehit olduğu Gazze Sınır Kapısı’nı açmış, “Hamas’a selam/Direnişe devam” halka halka tüm dünyaya yayılmıştı.

Tahran’da Esed’in cinayetlerini haykırmış, Şam elçisini çağırarak Nusayri zulme haddini bildirmişti. İçte de, Mısır Cuntasının kalıntılarıyla mücadele ediyor, gaspedilen haklarını tek tek geri alıyordu.

1 yıl süren canhıraş çabasının sonunda, binlerce arkadaşıyla Mederese-i Yusufiye’ye girmiş, İhvan’ın onur dolu tarihine şanlı bir sayfa yazdırmıştı.

Şehitlerin hanımefendisi Esma Biltaci, 17’sinde şehadet şerbetini içmiş, dünya kadınlarının çağlar üstü örneği olmuştu.

İhvan, küllerinden doğacağı günü bekliyor; Nil, bereketli topraklar üzerinde adaletin hasretini çekiyor.