Babasından, o da dedesinden dinlemişti:
Çankaya dedikleri devasa metropol, bağlık bostanlık bir yermiş. Hacettepe’den her sabah kalkar,
bostanını sular, erik ağacının dibinde nefeslenir; menemenini yer, ayranını tepesine diker, pınardan suyunu içer; akşam ezanıyla evine düşermiş.
İki göz, bir sofa’da oğlunu everip, kızını gelin etmiş; torununun kulağına ezan okumuş; Yaradan’a şükredip, muhanete muhtaç olmadan yaşamışlar.