Tuzak kuran var anladık da tuzağa düşenlere ne demeli?

Zor günlerden geçtiğimiz gerçeğini sanırım takdir edersiniz.

Global veya konjoktürel sıkıntılar dünyanın neresinde olursa olsun çok çabuk yankı bulup, bizleri etkileme gücüne sahip olabiliyor.

Özellikle, insana dair ciddi hak ihlallerinin gerçekliğinde, insan onurunun rencide edilerek, tarumar edildiği bir talihsiz süreç bu.

Adaletin gücü yerine,  gücün adaletinden(!) medet umanların hızla çoğalması ise ayrı bir garabet.

İnsanlar adaletin gücünü hissettikleri oranda huzurlu ve emin vatandaş olurlar.

Bu emniyet ve güven duygusu onları devlet mekanizmasına olan bağlılık göstergesidir aynı zamanda.

Sevinçte ve kederde birlik ve beraberlik duygusu, bireysellik hastalığının nispeten önünü kesecektir.

Devletin yapısal kusurlarını istismara açık bir menfaat kaynağı olarak görmek ise sonu ihanete varan bir hastalıklı sürecin kaynağı olacaktır.

Bu durum elbette sürdürülebilir olmaktan uzak, sancılı bir durumdur. Ancak etkileri bakımından ciddi tesirler, izler bırakacaktır.

İnsanlığa demokrasi dersi vermekle meşgul batı, kapitalist açgözlülüğün şehvetiyle, geri kalmış veya geri bırakılmış üçüncü dünya ülkelerine silah satarak o bilindik tavrını sürdürmeye devam etmiştir.

‘’Tavşana kaç tazıya tut’’ şeklinde formüle edebileceğim ikiyüzlü politik münafıklık, her geçen gün daha fazla insan kanıyla, canıyla beslenen bir canavar gibi semiriyor.

İnsanlığın gidişatına yön vermesi ve onu her türlü taciz ve tasalluttan, hak ve hürriyetine kastedecek muhtemel tehlikelerden korumak için kurulmuş uluslararası kurumların iflasına şahit olmak hüzün verici.

Hümanist yaklaşımların tamamı içi boş ve avutmaya dönük manevralar.

Zihinlerin ideolojik saplantılarla bloke edilerek, insanlığın sonu belirsiz bir maceranın zemininde nice felaketle yüz yüze gelmesi kaçınılmazdır.

Çevreye verilen zarar maalesef yine insan kaynaklı. Doğayı, doğal yaşamı adeta insandan korumak gerektiği fikrine saplanmış konumdayım.

Havamızı, suyumuzu, yediğimizi içtiğimizi, zehre çevirmek için yarış halindeyiz.

Bu kafayla zaten bizim ayrıca düşmana ihtiyacımız olmayacak.

Açıkçası biz bize yetiyoruz…

İnsanlıkla ilgili değer üretmek yerine var olanı hoyratça tüketme azim ve kararlılığımız takdire değer(!)

İyiliği bıkmadan usanmadan insanlığın hatırına getirmek için haykırmamız gerekmeliydi. Özeleştiri kültürümüz bizdense susmalıyım tavrına dönüşmüş durumda.

Bizim partimizden, bizim camiamızdan, bizim tarikatımızdan, bizim takımımızdan bizim kafadansa eğer hatasını söylemek züldür. Zinhar yasaktır.

Hak ve adalet kavramları böylesi bir sefalete kurban verilebilir mi? Evet neden olmasın, Yalandan kim ölmüş, yalakalıktan kim ceza görmüş.

Sonra ne mi olur. “Emaneti zayi ettiğinizde kıyameti bekleyiniz” hadisi şerifinin kapsamı alanında gün geçirmeye başlarız..

Bahsedilen kıyamet, İsrafil(As)ın sura üfleyeceği büyük kıyamet değildir biliyorsunuz değil mi?

Çürüme, bozulma, vicdanlarda başlar önce…

Tuzun koktuğu yere doğru yuvarlanıştır.

Şimdi hal böyle iken, kendimizin bile inanmayacağı züğürt tesellisi cinsinden komplo teorileriyle bir güzel avunuruz belki, ama bu gerçeği değiştirmez.

Dış güçlerin varlığı inkâr edilemez bir gerçek.

Fakat nasıl bir dış güçmüş ki son Dinin müntesiplerinin feraset ve basiretlerini aşarak tuzağa düşürmekten yorulmadı.