Laf dinleyen değil, laf üreten bir toplum


 

Biz millet olarak ataların erkine inanan (ataerkil), aile ve toplumda bir hiyerarşik yapısı olan, nasihatten, ata sözü, deyim, vecize, şiir, hikayelerle konuşmalarını süsleyip ders alan bir millettik. Okuma yazması yok dediğimiz insanlar bu gün üniversiteyi bitiren bir çok kişiden becerikli, kabiliyetli ve iş ürettiği gibi, konuşmasıyla, sosyal hayata katkısıyla da öndeydi.

Bu yazımızda önemli bir edebiyatçı ve filozof olan Tolstoy’un bazı sözlerini hatırlayıp, bu sözlerden ders çıkarmamıza vesile olmasını temenni ediyorum.

Tolstoy, en büyük zaaflarımızdan birini görüp demiş ki; “Ne diye şeytana kızarsın? Bir iyilik yap da, o sana kızsın.” Anahtar bir cümle kurmuş gerçekten.

Toplumda o kadar çok konuşup, bir iş üretmeyen tipler vardır ki, bunlar toplumdaki gelişmeleri, kendilerinin çok konuşmasına bağlarlar. Bunlar için ise; “Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar” der.

 “Hayat gideni geri getirmediği gibi, kaybettiğin zaman da geri dönmez. Yaşaman gerekenleri zamanında yaşarsan, sonradan neden bunları yapmadım diye dizini dövmezsin.”

Tolstoy, insanın tanımını yaparken; “Kişi, başkasının acısını duyuyorsa insandır.” Der. Dolayısıyla kendi menfaat ve rahatı dışında bir kabiliyeti olmayanları ormandaki yırtıcı varlıklara benzetir, insanın başkasının dertleriyle dertlenerek insan olabileceğini söyler. Bu tip menfaatçi insanları bozuk paranın cebi deldiği gibi, bu tiplerin de insanın kalbini bozacağı gerekçesiyle bunlarla muhatap bile olmamayı önerir.

“Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük olmadığını, bir gün küçümsediğin şey için, önemli bedeller ödersin.” Diyerek, peygamber S.A.V.’in “Kişiyi ayıpladığın şeyi yaşamadıkça canın çıkmaz” sözü ile örtüşmektedir. Ayrıca “Bil ki, yaşadıklarınla değil yaşattıklarınla anılırsın. Yaşattıklarını da bir gün yaşamadan ölemezsin.” Diyerek hayatımızda sürekli gördüğümüz örnekler de bu sözü kanıtlamaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamberin “Kendin için istediğini kardeşin için de istemedikçe, kendine reva görmediğini kardeşine de görmedikçe, asla gerçek mümin olamazsın” hadisi ile paralellik içermektedir.

“İnsanı beden ameliyatı etmek için uyutmak, ruh ameliyatı için ise uyandırmak gerekir.” Diyerek, insanın çevresindekilere olumlu katkıda bulunmak için gayretli olmasını önerir. Her insan toplumu ve gidişatı beğenmez, ama kendisi de bir çaba göstermez. Hatta kendisinin bile kötüye gittiğini, olumsuz değişimini görmez ve başkalarını değiştirmek için mücadele eder. Bu nedenle K. Kerim insanı uyandırmak ve diri tutmak için sürekli akli delil ve hatırlatmalarla diri tutar, uyuşturucu maddeleri yasaklayarak aklın uyumasına bile razı olmaz.

İnsanları tanımak için, “insanı bulunduğu mevkiiyle değil, göz koyduğu mevkiiyle ölçmek gerekir. Böyle sadece kendi çıkarlarını düşünen tiplerin varlığının bir şey kazandırmayacağını, dolayısıyla bu tiplerden uzak durmanın kişiye bir şey kaybettirmeyeceğini, hatta kazandıracağını” ifade eder.

Tecrübe konusunda, “Başkalarının hayatından ders alın. İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor.” Diyerek, kendi aklını beğenen ukala tiplere hatırlatmada bulunuyor. Kendini yüceltmek için başkalarını yeren tiplere de ”Birine çamur atmadan önce unutma ki: önce senin ellerin kirlenir” sözü ile de yine tecrübe ve iftiranın çürüklüğüne dikkat çeker.

Tolstoy’dan seçtiğimiz bu veciz ifadelerin farklı söylenişini peygamber A.S.’da, İslam büyüklerinde ve Kuran-ı Kerimde de görmekteyiz. Bu da bize doğruların her yerde geçerli akçe olduğunu göstermektedir. Kap olmuş akçelerin çamurlarını yıkayıp parlatmaya zaman harcamaktansa, kıymetli akçelerle ticaret etmek gerekir.

Kısaca bilgiçlik taslamak, laf üretip icraatta sınıfta kalmak, başkalarına akıl satıp, kendini unutan tipler olmaktan kurtulup, laf- öğüt dinleyen bir insan olabilmeyi de başarmak gerekir.