Çukur

Bilgisi olmayan, kültürü ise sosyal medyadan öğrenmeyi görev bilen bir toplum oluştu. Az okuyan, az düşünen, az üreten ancak buna karşın çok fikri olan, çokça gaza gelen ve sürekli tüketen bir toplum. Sloganlarla ve içi boş cümleler ile şekillendirilen bir toplum. Kendi konuştuğu dili bile yazamayan bir toplum, herkes ile her kez arasındaki farkı bile bilmeyen ama büyük büyük ezberletilmiş oradan buran alıntılanmış cümleler ile sosyal medya duvarlarını dolduran bir toplum.

Cehaletin verdiği özgüven patlaması ile neredeyse hiç bilgisi olmadığı konularda sonsuz güvenilir fikirlerini profesör edası ile savunan bir toplum. Fotosentezi bilmeyen ve ne yazık ki fotosentez yapan ot kadar faydası olmayan insanların oluşturdu bir toplum olma yolunda büyük bir hızla ilerleyen bir toplum.

Analitik düşünme, bilgiye kaynağa dayalı değerlendirme yapma yeteneği olmadan ki hatta buna hiç ihtiyaç duymadan mutlu mesut yaşayan bir toplum. Bağlı bulundukları sosyal-cemaat-cemiyet-parti- grup vb. ne derse ona inanan ve her şeyi gizli bir gündeme bağlayan anlamsız sonsuz bir sadakat ve inanç ile düşünmeden yaşayan bir toplum. Sürekli bir kurtarıcı bekleyen bir toplum. Bu gidiş ne kadar da kötü ne kadar da belirsiz ve hatta ne kadar da alçaklığa doğru bir gidiş. Şair Necip Fazıl; bazı alçaktan da alçak mide bulandırıcı insanlar için şöyle söylermiş. “Size alçak diyemem çünkü alçaklık bir seviye göstergesidir. Siz o da olamazsınız, olsa olsa ancak çukur olabilirsiniz, siz çukur insanlarsınız.“

Bilgiden uzak, medya ve sosyal medya tarafından beslenen ve yönlendirilen bir toplum en sonunda çukur bir toplum olmaya mahkumdur. Dilce susup, fikirce ölü ancak bedence çokça konuşulan bir toplumda nasıl olur ki nasıl başarılır ki, insanın eşrefi mahlukat olduğu bir seviyeye geçmek. İnsanın gölgesiyle tanımlandığı bir çağda marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak demiş şair. Aslında onun söylediği zamandan bugüne de pek bir şey değişmemiş, sadece bugünlerde marşlar yerine sloganlar, sosyal medya hashtag’leri ve basmakalıp cümleler kullanılıyor. Akla, bilime, doğruya, adalete değil sadece güce öykünülüyor. Bir öğreti ne kadar mantıksız olursa olsun, toplum tarafından kabul edilerek güç kazandığı zaman, milyonlarca insan kendilerini dışlanmış ve izole edilmiş hissetmektense, ona inanmayı tercih edecektir. Demiş Erich Fromm.

Ey Türk titre ve kendi gel sözü bile harekete geçirmiyor bizleri. Yapılacak şey gerçekçi bir biçimde şapkamızı önümüze koyup içinde bulunduğumuz durumu değerlendirip kabul etmektir. Yani hasta, yanlış, hatalı ve eksik olduğumuzu hatta bu şekilde gitmediğini ve gitmeyeceğini kesinlikle kabul etmeli ve çareler üretmek için düşünmeli -çalışmalıyız.

Bazen her şeye yeniden başlamak gerekir, tüm yanlışları hataları arkada bırakıp temiz tertemiz bir sayfa ile başlamak. Hasta olduğunu kabul etmeyen birini tedavi etmek imkansızdır. Hasta olduğunu kabul etmeyen bir toplumu da iyileştirmek imkansızdır. Hayal dünyasında efsanelerde geçmişim büyük destansı başarıları ile avutulan bir toplumu nasıl silkeleyip kendine getirebilirsin ki. Bir mucize mi lazım yoksa makul mantıklı bir biçimde planlı programlı bir tedavi programı mı ? Toplumun geneli bir mucize bekliyor, sihirli bir değnek dokunsun ve her şey çok güzel olsun diye hayal ediyor ve en acı kısmı da bu hayal ile mutlu biçimde yaşıyor. Çünkü bir mucizeye inanıp beklemek en kolay yol, kendi görevlerini, sorumluluklarını unutup rahat bir vicdan ile yaşayıp gidiyorsun. Sürüleştirilmiş bir toplumsal davranış ile herkes birbirini pohpohlayıp, her şey daha güzel olsun diye gaz vermekten başka bir şey yapmıyor. Oysa ki gerçek göründüğünden çok farklı olabilir. Ki zaten biz her ne kadar da Polyannacılık oynarsak oynayalım gerçekler değişmeyecek. Yanlışlarla hayal dünyasında yaşamak mutluluk vericidir oysa ki gerçekler çoğu zaman acı verici ve korkutucudur. Kabul etmek isterseniz de istemesiniz de hemen her yönden sürekli ve sistemli bir şekilde çürüyen ve hatta çukurlaşan bir toplum olmaya doğru gidiyoruz. Ve hiçbir zaman yeniden başlamak için geç değildir, bu toplum kendi öz kültürüne kendi kaynaklarına değer verdiği ve bizi biz yapan erdemlere sımsıkı bağlandığı sürece bu bataklıktan çıkacak bir yol bulacaktır. Âmâ önce yapılması gereken şey gerçekleri kabul etmek olacaktır. Zararın neresinden en kısa zamanda dönülürse o kadar kardır.

Hiçbir uyuşturucu, hatta alkol bile, toplumsal hastalıkların ana sebebi değildir. Eğer sorunlarımızın asıl kaynağını arıyorsak, insanlara uyuşturucu testi yapmak yerine; aptallık, cahillik, açgözlülük ve güç hayranlığı testi uygulamalıyız.

Patrick Jake O'Rourke