Çiçeklerini sulamayı unutanlar

Çiçeklerini sulamayı unutanlar

İnsanoğlu çocukluğundan itibaren bir mücadele içinde gelişir. Çocukların kıskançlığı, benim olsun düşüncesi, paylaşamama ve kavga çıkarma içgüdüsü de bunun bir parçasıdır.

Eğitimli bir ailede yetişen çocuklar, yani insan ailenin verdiği eğitimle anlaşmayı, beraber iş yapabilmeyi, güçleri birleştirip büyük işleri kotarmayı öğretir. Ortaklaşa iş yaparken yeni dostlar kazanmayı, iş arkadaşlıkları kurmayı, dertlerini anlatabileceği çevresi oluşur insanın.

Aldığımız aile ve çevre eğitimlerinde bireyselleşmek, sadece kendine çalışıp kendini düşünme noktasına geldiğimiz günümüzde bu handikaptan kurtulma mücadelesi içine girmemiz gerekir. Ben emeklerimi, elimdeki nimetleri, sahip olduğum imkânları neden başkasıyla paylaşayım diye düşünen maddeci batıdan farkımız neydi bizim?

Elbette önce arkadaş ve komşuna, sonra kendine bakmak, vermek, ikram etmekti.

Evlerimizin bahçelerinde zaman zaman düzenlemeler yaparız. Bahçedeki çer çöpü toplarız. Yabani otları keseriz, köklerini çıkarmaya çalışırız. Bizim irademiz ve planımız dışında büyüyen bitkileri kopartırız. Ama bu bakım güzel bir bahçe için asla yeterli olmaz. Neden?

Çünkü kendi diktiğimiz çiçeklerimizi, ağaç ve bitkilerimizi de terbiye etmemiz lazım. Onları budamak, sulamak, gübrelemek ve onlarla ilgilenmemiz bahçemizin güzelliğini artıracaktır. Güzellikle kalmayacak birçok emek verip, belli bedeller ödeyerek diktiğimiz bitkileri de kuruyup çöp olmaktan kurtarmış olacağız.

Günümüzdeki dostluklar bakımsız bahçe örneğine benziyor. Yolca çıktığımız arkadaşlarımızı yolda bulduğumuz ne idüğü bilinmeyen çer çöpe değiştirmemiz, çocukluğumuzda veya ortak çalışmalarımızda kazandığımız dostlarımızı, ailemizde yetiştirdiğimiz çocuklarımızı, birçok ortak noktamız olan komşu ve akrabalarımızı terk edip, onlar zaten bizimdir deyip yeni arayışlara çıkan, çevresindeki kötü otlarla mücadele edeceğim derken, kendi çiçeklerini sulamayı unutanlardan olmamalıyız. Böyle yapanlar belki bazı yabani otları terbiye edip onlardan kurtulabilir ama kendi güzelim bahçesini ve bitkilerini de kaybetmiş olur. Bu aynı zamanda bir vefasızlık örneğidir.

Bu nedenle dinimiz İslam ve geleneklerimizde salih amel ve iyilikler kavramları vardır ve bunlar çok önemsenir. Salih amel denen Allah rızası için yapılan güzel işler, ibadetler daha ziyade insanın kendisi içindir.

Namaz, oruç, zekat, tesbihat, Kuran okumak, gece namazları gibi ibadetler dinimizde övülmüş ve bunlar iyi insan, olgun insan olmanın temel taşları olarak tarif edilmiştir. Ama bunlar sadece insanın kendini geliştirmesine yarar. Bunlar olmazsa olmazlarımız ama bunlar kadar önemli bir diğer iş de ‘İyilik Yapma’ davranışıdır. İyilik başkasına yapılır. İyilik de Allah için yapılır.

İyiliğe muhtaç olana bedelsiz yardım etmek, onun derdini gidermek demektir iyilik. Bunun bedeli Allah cc. Tarafından ödenir. Nasıl ödeneceğini de biz bilemeyiz, her türlü bize dönüşü mutlaka olur.

Toplumumuzda salih amel dediğimiz ibadetleri terk ettiğimizde artık iyilikler de bu fırtınada kaybolmuş, herkes kendi çıkarına ve rahatına hizmet eder hale gelmiştir. Böyle olunca da kendi bahçesindeki çiçekleri bakımsızlıktan kurutan bahçıvan gibi bahçesi mezbeleliğe dönüşür.

Kendini düşünen, kendi çıkarına odaklanan insan bir gün muhtaç duruma düştüğünde, yoldan ayağı kaydığında elinden tutacak kimsesi kalmaz. Ona iyilik yapacak kimseyi bulamaz.

Kendi kurduğu tuzağa yakalanmış olur. Bu nedenle asırlarca süregelen bu güzel özelliklerimizi, hasletlerimizi korumamız toplumsal çözülüş ve yok oluşumuzun da önüne geçebilmek demektir…