Çocukluğumuzda kış gecelerinde mahalleden geçen bozacının yankılanan sesi ile evde bir hareketlenme olur, cama doğru koşar, bir yandan “Anne, baba bozacı geldi hadi boza alalım” diye coşkuyla bağırırdık.
Bozaaa, bozacı…
Mahallede sesi duyulduğu gibi boza alacaklar sıranın kendilerine gelmesini sabırla bekler bu arada bozayı koyacakları kabı da hazır ederlerdi. Bozacı uğradığı her bina sonrası tekrar “Bozaaaa, bozacı” diye bağırarak, kendisini sabırla bekleyen boza tutkunlarına ne kadar yakınlarında olduğunun işaretini verirdi.
Sıcak bir içecek olmamasına rağmen kış içeceği olarak akla ilk gelen içeceğimizdir. Durum böyle olsa da servis bardağına boza doldurup sonra tarçın ve sıcak leblebi yenilmesi ayrı bir keyiftir.
Yalova sokakların da ise kendi özel formülü ile yaptığı bozayı uzun yıllardan beri satan Bozacı Muharrem, şehir kültürümüzün unutulmayacak bir çeşnisidir.
Boza, darı irmiği, su ve şekerden oluşan, mayalı alkolsüz bir içecektir. Mezopotamya’dan Mısır’a, Kafkaslara, Orta Asya’dan, göçler vasıtası ile Anadolu’ya, balkanlara yayılan geleneksel bir içeceğimizdir. Selçukludan, Osmanlı dönemi saray mutfağına kadar giren şifalı bir içeceğimizdir.
Boza A, B, E vitaminleri, kalsiyum, demir fosfat mineralleri bakımından zengin fermente bir içecek olduğundan, sindirim sistemini rahatlatıcı, düzenleyici fonksiyonlara sahiptir. İçerdiği aktif mayalar ve faydalı bakteriler sayesinde probiyotik etkisi vardır. Gribal enfeksiyon gibi, pek çok enfeksiyona karşı bünyeye direnç kazandırır. Özellikle kış aylarına denk gelen Ramazan ayının en çok tercih edilen içeceğidir. İçilecek kıvamda sıcak olan taze bozanın lezzeti ise damaklarda muhteşem bir tat bırakır.
Geceleri kendi yaptığı ya da imalathaneden satın aldığı bozaları kar, kış demeden sokak sokak satan bozacılarımızın yerine, günümüzde ambalaj sanayinin gelişmiş olmasından dolayı uzun süre dayanan ambalajlardaki bozaları kuruyemişçiler ve marketler satmaya başlamıştır.
Gelelim dilimize pelesenk olmuş olan ‘’Bozacının şahidi şıracı’’ Ata sözümüze. Aynı yapıda, düşüncede olan kimselerin birbirini koruyup kollaması diye açıklayabiliriz.
Küçükken bir yaramazlık yaptığımızda, kendimizi temize çıkarmak için hemen yaramazlıkta bizimle birlikte olan arkadaşımızı şahit gösterirdik. Bizi bilen büyüklerimizde bıyık altından gülümseyerek “Bozacının şahidi şıracı’ diyerek bizim savunmamıza cevap verirlerdi. Yaramazlık affedilmeyecek durumda değilse, tatlı bir ikaz alıp kurtulurduk.
Gün gelip de biz büyüyüp çoluk çocuğa karıştığımızda, hayatımızda tatlı bir anı olarak kalan yaramazlığımızı, çocuklarımıza anlatacağımız, “anlayacağınız bizim yaptığımız bozacının şahidi şıracı misaliydi” diyerek aktaracağımız bir hikâye olurdu.
Bu atasözünün birde tarihsel bir hikayesi vardır. Osmanlı döneminin gözde içeceklerinden olan boza ve şıra, yaygın olarak tüketilmektedir. Bozanın iki türü vardı, ekşi ve tatlı boza. Ekşi bozanın içinde alkol oluştuğundan ve sarhoşluğa neden olduğundan dolayı IV Murat tarafından yasaklanmıştı. Şırada oluşum aşamasından sonraki evrede müdahale edilmediğinde alkol barındırdığından Boza ile aynı yasaktan nasibini almış hem bozanın hem de şıranın tüketilmesi yasaklanmıştı.
Yasaklama bununla da kalmadı. Ne bozacının ne de şıracının şahitliği bir davada kabul edilmediği gibi ne bozacıya ne de şıracıya bir olayın çözülmesi için başvurulmadı. Bu durumda Bozacının şahidi şıracı, şıracının şahidi bozacı oldu. Böylelikle ata sözümüz de manidar bir şekilde yerini aldı.
Şimdilerde ise kişi yaptığı işte pek de muteber bir isme sahip olmayıp çevresindeki arkadaşları da aynı yapıya sahipse bunu kısaca tanımlamak için kullanılmaya başlandı. Dileğimiz o dur ki; güzel işler yapalım, güzel hatırlanalım, güzel bir hoş seda bırakalım şu aleme.
Sevgi, saygı ve mutlulukla…